Birinci Dünya Savaşı öncesi imparatorlukların sonu gelmişti. En iştah açıcı parça da şüphesiz Osmanlı İmparatorluğu’dur. Savaş 1918’de bitmiş olmasına rağmen, Devlet-i Aliyye’nin çekildiği topraklarda Sevr ile başlayan yıkımın hesabı kapanmamıştı. Bu yüzden düşük yoğunluklu bir savaşın, yüz yıla varan bakiyesi her an masadadır.
Birinci Dünya Savaşı öncesi, kuzey doğuda güçlü bir Çarlık Rusya’sını kimse istememektedir. Ancak savaşa dahil edilerek cephenin genişleyip yüklerinin alınmasını istediklerinden olsa gerektir ki “İstanbul’un Kuzeyi” Ruslara vââd edilmiştir. Orada savaşın sonuna doğru çıkan Ekim Devrimi, Rusların kendi içine dönemsine ve Istanbul’u “şimdilik” unutmasına sebep olmuştur.
Geçmiş yıllara bakınca, unutulmamalıdır ki İngiltere ve Fransa’nın eline sömürgecilikte kimse su dökemez. Bu yüzden en kısa, en bilindik yol tercih edilir: Osmanlı ile Rusları Savaştırmak… Bunun için alttan alta süreç işletilir. Çünkü İngiltere ve Fransa, Rusya’nın Akdeniz Ticareti’ni ele geçirmesini engel olmak için Osmanlı Devleti’ni Ruslara karşı kışkırtmaktadır.
Askeri olarak Rusları engelleyecek; ekonomik olarak İngilizlere bağlanacak bir Osmanlı, tercih sebebidir. Zaten Osmanlı’yı da sağmanın yolu, “borç sarmalına almak” olduğu bilinmektedirler. Nihayet bu kapan çalışır: Osmanlı Devleti savaş için gerekli parayı İngiltere’den sağlar ve Rusya ile savaşa girer. İngiltere’den sağlanan mali kaynak 3 milyon sterlindir.
1854 yılında Kırım Savaşı ile borçlanmaya başlayan İmparatorluk, 1875 yılında dış borçlarını ödeyemez ve moratoryum ilan edilir. Çıkarılan 100 kuruşluk kaymelerin 5 yıl içerisinde 20 kuruşluk alım gücüne düştüğü ve gelen dönemde 10 kuruşa düşmesi, Osmanlı Bankası arşivlerinde yer alan fotoğraflardan da görülmektedir. Bu borçların ödenmesi tam 100 yıl almıştır. Nihayet, 1954’te son kuruşuna dek ödenebilmiştir. Ancak kısa bir süre sonra yaşanan devalüasyon, 1$ = 3₺ dengesinden 1$ = 9₺ dengesine, o yılların ekonomiye önemli bir darbesi olmuştur…
Atatürk ve Rus Yardımı
Kurtuluş Savaşı’nın finansmanı dendiğinde Sovyetlerden gelen yardım dile getirilir, doğrudur. Bu yardımın verdiği cesaret, içeride de bir Russeverlik damarı oluşturmuş, Rus modeli bir sistem uygulansın telkinleri artmıştır. Atatürk bunu, başta gündem yapmayarak, sonra da başkalarının değil; “kendimize has bir model uygulayacağız.” söylemiyle “red” etmiştir.
İzmir İktisat Kongresi de (1923) Lozan görüşmelerinin kesildiği bir dönemde gerçekleşmiştir. Bu yüzden bütün dünya ile birlikte piyasa yanlısı, özel teşebbüs öncülüğünde bir kalkınma modeli benimsendi: 1923-1932 arası piyasa ekonomisi, 1933-1950 arasında ise devletin öncü olduğu ekonomi politikaları uygulandı. Hakikaten “kendimize has” bir kalkınma modeli oldu.
1908’den itibaren başlayan Devlet-i Aliye’nin yoğun çatışma ve savaşları ekonomiyi alt üst etmeye yetmiştir. Kurtuluş Savaşı, bu sürecin sonunda, yokluklarla kazanılmıştır. Türkiye ilk yıllarda dahi ununu buğdayını Rusya’dan ve Amerika’dan; bezini ise sadece Amerika’dan temin eden bir ülke durumundadır.
Manda ve Himaye Kabul Edilemez!
Mustafa Kemal’in en önemli duruşu, İngiliz ve ABD mandasını reddetmesiyle başlar. “Devir savaş devri değil, ABD’ye sığınalım, o bizi kurtarır ve medenileştirir.” diyen Halide Edip’lere rağmen, “ya istiklâl ya ölüm!” denir. Bugün bu manda ve himaye kabul edilseydi; siz görün o vakit milli gelir ne kadar olurmuş?!.. Üstelik ne böyle bir orta gelir tuzağı, ne de gelişme sorununu konuşuyor olurduk. Gerek ekonomik, gerekse siyasi anlamda çektiğimiz bütün sıkıntıların sebebi, gelip istiklâl mücadelemize, hürriyet deyişimize, özgürlük taleplerimize dayanmaktadır.
Milli Çıkarlar
Milli menfeatler öncelenmeden millet varlığı ve devlet olmaktan söz edilemez. Cumhuriyet’in ilanı öncesinde 17 Şubat – 4 Mart 1923’te gerçekleştirilen İzmir İktisat Kongresi’nin açılışında Mustafa Kemal’in, “Hayat demek ekonomi demektir. Çünkü; Millet yoksul kaldıkça hiçbir şey yapamaz” ifadesi, mücadelenin yönünü belirtmektedir.
Vergilerin dörtte birini oluşturan Aşar’ın kaldırılması ve ardından aynı yıl köylüye 20 yıl vadeyle toprak dağıtılması, bu dönemin en önemli işlemidir.
1923-1930 arasında özel sektörü teşvik için, “Teşvik-i Sanayi Kanunu” yeniden düzenlendi. Özellikle tekstil ve şeker gibi halkın ihtiyaçlarını karşılayacak yatırımların yapılması bu dönemin ürünüdür. Yine bu dönemde demiryolları da faaliyete geçirilmiştir.
Kuruluş yıllarının heyecan ve yokluklarla var edilen ekonomisi, Türkiye’yi 1980’lere kadar taşımıştır. 1980-2000 arasında uygulanan politikaların 2001 krizinde ülkeye neler yaşattığı hafızalardadır. son 20 yıldır uygulanan politikaların sonuna gelindi. Bundan sonrası için yeni ve daha güçlü hamlelere ihtiyaç bulunmaktadır.
Ülkemizi o günlerden bugünlere taşıyan başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını ve cümle kahramanları rahmet ve şükranla anıyoruz.