Güvenlik ve dış politika eksenli siyasetin yansımalarına ilk tepkiler ekonomiden geliyor. Kapalı bir ekonomi için tasarlanan bütün kontrol enstrümanları “dışa açık” ekonomilerde işlevsiz kalıyor. İthalatta özellikle petrol gibi ürünlere bağımlılık, teknolojik üretimin yeterince olmayışı sonucu oluşan dışarıdan mal getirmenin doğal sonucu “cari açık” olmaktadır. Bütün bu talep patlaması, ithalatın albenisi, ile ortaya çıkan döviz açığı sorunu, güvenlik sözkonusu olunca ikinci plana itiliyor.
Sorunun merkezindeki aktörler hep “hariç” tutularak geliştirilen, İran – Rusya- ABD üzerinden yaşanan mekik diplomasisinin son noktasındayız. Türkiye Cumhurbaşkanı Hindistan, Rusya ve ABD seyahatine son NATO toplantısını da ekleyince, doğudan batıya tüm dünyayı, şu kısacık “ana” sığdırmış oldu. Bu an, bir aydan daha kısa bir zamandır. İngiltere Başbakanı Teresa May’in ilk ABD ziyareti sonrasında ülkesine dönmeden, ayağının tozuyla Türkiye’nin önemsendiğini göstermişti. Beklentiler yükselmiş, ancak sürdürülebilirlik konusu belirsizdi.
Bu arada içeride hayat devam ediyor: ekonomide dur durak yok. Birbiri peşisıra açıklanan göstergeler, yeniden gözlerin ekonomiye çevrilmesine yol açtı. Güçlü, dinamik, aktif ekonomi derken ekonomideki dişlilerin yağlanma talebi kendiliğinden ortaya çıkmış oldu. Ek istihdamla ortaya çıkan bir milyon kişinin işe yerleştirilmesi, teşvikler, Kredi Garanti Fonu (KGF), Türkiye Varlık Fonu gibi uygulamaların yeni bir vergi yapılandırma süreciyle de desteklenmesi, ekonomideki bazı kanalların açılmasında etkili olacaktır. Türkiye’nin iç dinamikleri de bu anlamda çok önemli. Sonuçta her yıl ortalama 60 bin kadar şirket kuruluyor, bunların 10 bini kapanıyor. Elbette bu durum, piyasalara çok önemli bir hareketlilik de sağlıyor.
İşsizliğin 2009 yılından beri bu kadar büyük tepki vermesi hiç görülmemişti. Önce işsizlik, ardından enflasyon verilerinde de istenmeyen bir yukarı yönlü bir hareket başlamış oldu. Bu hengamede büyüme rakamları için de çok iyimser sözler söylemek mümkün değil. Özü şu ki ekonomi de ilgi istiyor… Bu durumda iş kaptana kaldı yine. Ekonomi yönetiminde ziyade siyasetin yönetimi öne çıktı. Sonuç olarak siyaset, kendi önünü açıyor. Ekonomiyi düzeltmeden iktidarı korumanın da çok mümkün olmadığının farkına varmış durumda. Bu yüzden bütün ekonomi kurmayları bu konuya çalışmaktadır. Göstergeler için hala ihtiyatlı iyimserlik düzeyi korunmaktadır.
Güvenlik gündemin ilk sırasına yerleşince, içerideki gelişmeler ikinci plana itilmiş oldu. Bu yüzden ABD’nin PYD’ye verilecek olan silahlara ilişkin anlaşmayı imzalaması, dolar üzerinde %3-5 etki oluşturmuştur. İşsizlik ve enflasyon bu yüzden çok konuşulmaz oldu. Anlık veriler gün içerisinde tüketilir hale geldi. Geçen haftalarda ilk çeyrek enflasyon raporu, ardından enflasyon verileri ve FED’in faize dokunmama kararı ile gelen S&P’nin değişmeyen notları, hepsi birden piyasaları baskıladı. Hatta S&P’nin temel referansı “güvenlik riskleri” idi. Ancak piyasanın eyvallahı yok görünüyor. Yine de Rusya ile düzelen ve iyileşen süreç bu dönemin başat göstergesi olarak karşımızda yer alıyor. Öncelikle ticaret, sonrasında turizm bu konuda etkili olacaktır.
Ülkenin son 15 yılına bakıldığında özellikle 2001 krizi dönemi ekonomi adına büyük dersler ve bir o kadar acılar içeren bir dönem olmuştur. Ancak gerçekleştirilen yapısal reformlar ve siyaseten kararlı bir iktidarın varlığı ile mevcut programın uygulaması kolaylaşmıştır. Neredeyse hiç yatırım yapamayan, bütçesinin hemen hemen yarısını faiz ödemelerine ayıran ve sonuçta mevcut yatırımlarını 10 seneye kadar sarkıtan bir ülke durumu bugün artık çok gerilerde kalmış görünüyor. Enflasyon rakamlarındaki açıklık ise yakın dönemde sıkı para politikasının habercisi olabilir.
Alttaki grafikte, geçen yıl ve bu yıla ait enflasyon verileri yer almaktadır. Geçen yılın aynı dönemine ait enflasyon verileri ile bu seneninkiler birlikte gösterilmiştir. Enflasyonda bu döneme ait yukarı yönlü hareket, adeta bir balık kafası şeklini tamamlama eğilimindedir. Alınacak önlemlerle bunun tamamlaması, hatta balığa bir de gövde oluşturmasına izin verilmemelidir.
2017 yılı ihracatın ve ithalatın ivmelendiği bir dönem olmaya devam ediyor. Özellikle TİM başkanının 500 milyar dolar ihracat hedefinde ısrarlı olduğuna ilişkin beyanları, “herşeye rağmen” yaklaşımını sergilemektedir. İşsizlikte ve enflasyonda yükselen trend yeni ekonomi politikası yürütücülerinin masasındaki yerini korumaktadır.
Avro Bölgesi’nde yaşanan ekonomik sıkıntılara rağmen, Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı on ülke arasında beş AB üyesi ülke bulunmaktadır. Almanya ve İngiltere bu açıdan başta gelmektedir.
2017 yılı bütçe açığı ise 46,9 milyar TL olarak öngörülmüştü. Bu açık hedefi tutacak ancak mali disiplin gözlenmeye devam etmektedir. Açık rakamını geçmiş yıllara göre değerlendirdiğimizde, yönetilebilir bütçe açığı politikasının sürdürüldüğü görülmektedir. AB Maastricht kriterleri açısından referans alınan değer milli gelirin %3’üdür. Mevcut bütçe açığı ise milli gelirin 2’si civarındadır. Bu bakımdan ekonomide mali disiplin uygulamaları devam etmektedir. Mevcut uygulamaların da bütçe disiplininden taviz verilmeyeceğine ilişkin emareleri şimdiden görülmektedir.