Türkiye, özellikle son beş yıldır, hedef ülke haline gelmiştir. Her yer ve noktada terör saldırılarına karşı önlemler güvenlikleştirici politikaları çağırmaktadır. Yakın geçmişte görülen hava alanı saldırısı dahi ülkenin vitrini niteliğindeki bir kurum üzerinden Türkiye’nin güvenliksiz bir ülke olduğunu ilan etme gayretidir.
IŞİD’e karşı verilen yoğun mücadelenin önemli aktörlerinden birisi haline gelen Türkiye’nin coğrafi konumu; 2008 krizi sonrası gelişme sürecinde yoluna devam eden bir ülke olması ve her türlü krizlere rağmen krizi yönetebilme yeteneği ülkeyi hedefte tutmaya devam etmektedir. Uzmanlar kısa vadeli belirsizliklerin de ülkeyi yolundan alıkoyamayacağına dikkat çekmektedir.
15 Temmuz kalkışması da Türkiye’nin istikrarsızlığı için önemli bir unsur haline gelmiştir. Ülke yönetiminin soğukkanlı müdahalesi, olaylar büyümeden ve yayılma eğilimi göstermeden kontrol altına alınmasında etkili olmuştur. Böylesi büyük bir kalkışmanın tek başına kurumsal aktörler marifetiyle oluşacağını söylemek yersizdir. Doğrusu şu ki bu kalkışma, belirli dış destek ve imkanlar gerçekleşmeden ortaya çıkamazdı. Bu gelişmeler sonrasında ülkenin güvenlikçi politikalarında artış beklenmesi kaçınılmaz olacaktır.
İngiltere’nin AB üyeliğini sorgulayıp oyladığı seçimde en büyük seçim sloganlarından birisi “76 milyonluk Türkiye ile AB’de aynı çatı altında olmak ister misiniz?” sorusu idi. Kabul edilsin edilmesin Türkiye, 8 milyonluk Avusturya, 11 milyonluk Yunanistan değildir. AB üyeliği söz konusu olduğunda ekonomisi, nüfusu, kültürü ve “imparatorluk bakiyesi” tutumuyla göz ardı edilemeyecek bir pozisyondadır. Bu yüzden bulunduğu bölgede çapı ve çevresi itibariyle etki alanı ve duygusal coğrafyasını harekete geçirebilecek potansiyeli, Türkiye’yi hedef ülke haline getirmektedir.
Bu hedef olma durumu zaman zaman ekonomik olarak; zaman zaman mülteciler konusunda olduğu gibi insani boyutta cereyan etmektedir. Geçiş ülkesi olması sebebiyle her türlü ürünün ticaretinde “yol üstü dezavantajları” da bulunmaktadır. Silah, uyuşturucu, organ mafyası, insan ticareti konusunda Türkiye’nin aldığı her türlü önlemler Türkiye’ye yönelik tehdidi arttırmaktadır. Özellikle bir seneden beri Güneydoğu’da devam eden sıcak çatışma ortamının geldiği nokta, “Lice’deki kenevir tarlalarının imhası” ile sonuçlanmıştır. Kenevir tarlalarını gözden uzak bölgelerde, güvenli bir şekilde üretip satanların ekonomik çıkarlarının baltalanması ortamı germektedir. Sonuçta yaklaşık bir milyar dolarlık bir ekonomik potansiyelin kullanılmaması, bundan çıkarı olanlar açısından bir menfeat çatışmasına da zemin hazırlayacaktır.
Türkiye’nin kendi sınırlarını zorlayan bir duruşu, ekonomik anlamda gücü ve potansiyeline mevcut aktif nüfusu da eklenince, üzerindeki tehdidi yadırgamamak gerekir. Bölgesinde güç odağı olarak masada olan, yapılacak her tür operasyonda bilgi verilen ve görüşü alınan bir ülke olması Türkiye’yi önemli kılmaktadır. Ancak bu durum, diğer ülkeler tarafından çok istenen bir durum olarak görülmemektedir. Türkiye’nin hedef alınmasında PKK ve IŞİD’den sonra FETÖ marifetiyle ortaya çıkan 15 Temmuz “kalkışma”sı da haliyle güvenlikçi politikaların önünü açacaktır. Her türlü kalkışmanın, terörün ve ülkeyi zayıflatacak eylemlerin arka planında, Türkiye’nin değişen bu pozisyonu dikkate alınmalıdır.