Çin’den Avrupa’ya; hatta ABD’ye gün geçmiyor ki kapanan ya da iflas eden şirket haberleri gelmemiş olsun… Piyasalar yükselen enerji maliyetlerinin, dünya enflasyonunun, indirilemeyen faizlerin, artan lojistik maliyetlerinin etkisi altında. Her birisi için pek çok neden söylenebilir elbette. Ama bir gerçek var ki “Piyasalar gerilimi sevmez.” Zaten ortamı germek için yeterince sebep var.
Piyasa, bırakın silahlı çatışmayı; sert sözleri, hatta imaları bile derhal fiyatlar.. Son hafta dünyanın farklı bölgelerinde gerçekleşen askeri tatbikatlar, zaten bir türlü soğutulamayan suların sıcak kalmasına sebep olmuştur. Geçen hafta NATO’nun Polonya’da gerçekleştirdiği tatbikat, ABD’nin Güney Kore ve Tayvan ile olan tatbikatının sonrasında; Rusya’nın, Çin ve İran ile birlikte, Umman Denizi’nde yaptığı birbirlerine karşılık niteliğindeki tatbikatlar dünyanın yeniden güvenlikçi politikalara dönmesine sebep olmaktadır.
Türkiye, uzun yıllar bütçesinin beşte birini, güvenlik için ayırmakta idi. O yılların kronik harcaması olan faizler de bütçenin yarısını alıp götürüyordu. Kalanla memur maaşları… Daha da kalırsa yatırımlar (!) Bu kısım önemli; çünkü yatırımlara gerçekten para kalmıyordu… %3 seviyelerindeki bir yatırım bütçesi ile başlayan bir yatırımın vaktinde bitmesi mümkün değildi. Bu yüzden inşaatı başlayan binaların önündeki tabelalarda görülen; inşaatın başlangıç ve bitiş tarihleri, kesinlikle bir beş yıl rötarlı yer almakta idi.
Bütçeden savunma harcamaları için ayrılan payın %10’un altına düşmesi, başka alanlar için daha fazla kaynak ayrılmasına imkan vermişti. Bu konuda en çok kaynak eğitim ve sağlık bütçeleri için aktarılmıştı. Ancak son gelişmeler güvenlikçi politikaları öne çıkarmaya ve kaynak tahsisinden daha fazla pay almaya yönelen bir durumu göstermektedir. Bütçede aslan payının savunmaya aktarılması, diğer alanların bütçelerinin kısıtlanması sonucunu doğurmaktadır.
Kaynakların yeniden askeri harcamalara yönlendirilmesi, petrol fiyatlarının yükselişi ve Kızıldeniz üzerinden gelen gemilerin, Yemen’deki Husiler’in müdahaleleri sonucu yeni rotalar araması ve kullanması tek başına maliyet unsurudur. Bu maliyetler, ABD enflasyonu kadar dünya enflasyonu üzerinde de etkili olmaya devam edecektir. Bu enflasyonun ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile alakası yoktur. Bütün ülkeler kendi yapılarına göre durumdan etkilenecektir.
ABD Merkez Bankası (FED) faizleri sabit tuttu. Enflasyon için %2 hedefi devam etmekle birlikte mevcut %3 rakamından memnun değiller… İşsizlik takip ediliyor ve faiz indirimi konusunda daha fazla veriye ihtiyaç duyduklarını söylediler.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) 500 baz puan arttırdığı faizlerle, piyasalar üzerinde, enflasyonla mücadelede seçim öncesi bir ön alma ve kararlılık mesajı verirken aynı zamanda şok etkisi oluşturdu. Reel faiz bakımından 2001’deki %30 seviyesindeki reel faizin çok uzağında bir uygulama var. Enflasyonla mücadeleyi salt para politikaları üzerinden yürütmeye çalışmanın sıkıntıları da bu faiz artışına gerekçe gösterilebilir. Faiz artışında ikna olan bir siyasi iradenin maliye politikasını kullanırken de aynı titizliği göstermesi beklenmelidir.
Japonya Merkez Bankası (BoJ) ise negatif faizden pozitif faize geçerken dahi beklediği etkiyi oluşturamamış görünmektedir. Beklentiler dışında tek hareket TCMB faizlerinde görülmüştür. Yükselmeye devam eden dolar kurunun bunda etkisi açıktır. Zaten doğru belirlenmeyen bir ku, btün fiyatların yanlış hesaplanıp uygulanmasına sebeptir. tekrar faizi konuşmaya başladığımız bu dönemde tekrardan söylenmesi gereken konu şudur: Faiz tek başına bir araç olmaktan çıkarılmalıdır.
Türkiye de yıllardır enflasyonun olumsuz etkilerinden zarar görmüş bir ülkedir. Halk hâlâ daha istediği hayat standardının gerisindedir. Harcamaya alıştırılmış bir tüketim toplumu olduğumuz şu dönemde parasal sıkılaştırma, talebin baskılanması için yapılan faaliyetlerin de enflasyonist etkisinden söz edilebilir. Haliyle bir yanda kredi kolaylıkları, öte yanda taksitlendirmeler ve nakit avanslarla daha fazla harcama yapmaya alıştırılan halk için, bu alışkanlıktan vazgeçmek de kolay olmayacaktır. Ancak talebi de artıran bu uygulamalar, enflasyonist dönemlerde uygulanan politikaları da etkisizleştirebilmektedir.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, enflasyonist yeni vergiler olmayacağını belirterek, kurumlar vergisi ile gelir vergisinde artış olmayacağını ifade etmesi önemlidir. Kredi kaynakları tüketime değil, üretime yönlendirecektir. Piyasalarda yayılan dedikodu ve olumsuz haberlerin TL’ye ilişkin, seçim öncesi güvensizlik oluşturmak amaçlı olduğunu dile getirmesi de kur ve TL’nin spekülatif dalgalanmalardan etkilendiğini göstermektedir. Bu haberler düzenli olarak yalanlanmaktadır.
Merkez bankası, sıkılaştırma adına kredi kartı ve kredili mevduat hesap faizlerini değiştirmiştir. Bu yapılan müdahaleler, nakit çekim ve kredi faiz oranlarının, ihtiyaç kredisi faiz oranıyla uyumlu hale gelmesini sağlamıştır. Ekonomi yönetimi de bu süreci planları doğrultusunda yönetmek istemektedir. Aksi takdirde vatandaş, seçmen olarak katılacağı 10 gün sonraki yerel seçimlerde, politikacı ve uygulamacıların karnesine “kırık not” verecektir.