Türk yüksek öğretimi planlanırken, üniversitelere üç önemli görev verilmiş: Eğitim öğretim, araştırma geliştirme ve elde edilen bilgiyi topluma yayma olarak ifade edilebilecek toplumsal katkı… herkesin ailesinden birer ikişer öğrencinin üniversiteye başladığı bu dönemde eğitim konusunda çok söz söylemeye gerek yok. Yaklaşık 800 bin yeni öğrenci üniversitelere başlayacak. Bu rakam nüfusun yüzde biri. Her sene yüksek öğretim sistemine dahil olan genç ve bilgiye aç beyinler.
OECD ülkelerinde, yükseköğretim mezunlarının oranına bakıldığında Japonya, Kanada ve İsrail’de toplumun yarısı üniversite eğitimli; ülkemiz bu konuda henüz yüzde 14 seviyesinde. Yaklaşık her yedi kişiden birisi üniversite eğitimi almış. Bu grup içinde Açık Öğretim sebebiyle önemli sayıda bir grubun yükseköğretimden geçtiğini söylemek de yanlış olmayacaktır. Yukarıda bahsi geçen ülkeler grubunun sayılarına ulaşmak için de üniversite sayımız yeterli değildir. Zaman konusunda “vaktimiz bol.” Ülkemizde bir yılda üniversitelere kabul edebildiğimiz sayı da belli olduğuna göre ciddi bir eğitim açığından söz edebiliriz.
Yükseköğretim ikinci olarak araştırma ve geliştirmeyi de hedeflemektedir. Araştırmanın çıktıları üretim, istihdam, ihracat ve refahı etkilemektedir. Türkiye, milli gelirinin yüzde biri düzeylerinde bir araştırma imkanlarıyla kendi liginde ve daha üst klasmandaki ülkelerle yarışmaktadır. Araştırma geliştirme konusunda isabetsiz yönelimler ve finansman modelleri ise çoğu zaman mevcut durumu iyileştirmekten çok olumsuzlukların daha da derinleşmesine yol açabilmektedir.
Yüksek katma değer üreten yeni dönemin üretim teknolojilerini ve işgücünü oluşturacak ve işletecek önemli dinamiklerden birisi yükseköğretimdir. Yükseköğretimle büyüme arasında önemli bir ilişki olduğu kabul edilmektedir.
Toplumsal katkı başta üniversite hastaneleri olmak, kamu kurumları, adli ve hukuki işlemler üzerinden devam etmektedir. Bu katkının katma değeri de ülkeden ülkeye değişebilmektedir.
Şimdi konunun fiili durumuna bakıldığında konuyu İzmir örneği ile değerlendirdiğimizde; “İzmir’de 9 üniversite, 120 bin öğrenci, 10 bine yakın akademisyen var. Bu öğrenciler, eğitim, barınma, beslenme, sağlık ve sosyal aktiviteler dahil pek çok alanda kent imkanlarından yararlanmaktadır. Kurumların sadece bütçeleri bile iki milyarı bulmakta ve öğrenci harcamalarıyla bu rakam üç milyar civarında yıllık bir ekonomik değerin üretilmesine yol açmaktadır. Bir kent için çok önemli bir potansiyel teşkil eden bu durum, sürdürülebilirliğin sağlanması halinde büyük bir birikimin önünü açacaktır. Yurt dışında yaşlı ve çocuk bakımından aile pansiyonerliğine kadar uzanan bu çeşitlendirme konusu İzmir için yenidir. Kentin buna adapte olması, alışması ve uyumu biraz zaman alsa da düşünüldüğünde heyecan vericidir. Sonuçta pek çok hizmetin faydası bir kerede tüketilse de bina gibi, alt yapı gibi, teknolojik donanım gibi bazı unsurların faydası yıllar yılı gözlenebilmektedir.
Yakın gelecekte daha da tartışılacak pozisyonlardan olan kentin gelişme yönünü belirlemede, en önemli faktörlerden birisi üniversiteler olacaktır. Üniversite alanları, öğrenci bölgeleri, yurt ve sosyal alanlar geleceğin şehirlerinde baştan planlanmaya özen gösterilen alanlar olacaktır.
İzmir için artan öğrenci sayısı, nüfusun değişmesi, yaşlanma ve modern hayat ev pansiyonculuğunu da geliştirecektir.