Bir koyun sürüsünde görmeye alışık olduğumuz görüntülerdendir: Koyunlar birbirlerinin bedenlerinde kaybolmuştur. Bazen başlarını bir başka koyunun karnına doğru yerleştirmiştir. Harekete geçirmek istediğiniz zaman birini ittirdiğinizde küçük birkaç adım ve ardından yeniden durgunlaşma görülecektir. O ilk halin görüntüsü yeniden ortaya çıkar. Birkaçını birden harekete geçirmeyi başarabildiyseniz yeni bir dalgalanma başlar, ancak ilerleme olmaz ve kısa sürede önceki duruma dönüş gerçekleşecektir.
İş yerlerinde, her bir çalışanın kendince tanımladığı bir iş disiplini vardır. Bunda işe başlama zamanı, neler yapacağı, ne zaman ara ya da kahve sigara molası vereceği ve bırakacağı da kendince tanımlıdır. Bu tür bir çalışma ortamında işi yöneten, çalışandır. Kurum ve firmalarda görmeye alışık olduğumuz bu durum herkesin odasına ya da masasına çekilip evrak beklediği ve gelen işlemlere göre bir iş üretmesinin söz konusu olduğu durumdur. Böylesi bir durumda firma, iş yükü analizleri ve süreçlerle ilgili tanımlamalar yapmamışsa iş ortamı “el yordamı” yönetime dönüşmüştür. Gecikmelerden dolayı ortaya çıkan şikayetler ve hatalar hissedilene kadar bu durum bu şekilde devam edebilir.
İş üretme konusunda gayret sarf eden, yeni veya farklı olarak tanımlanabilecek işlem ve yöntemler üzerinde odaklanan kişiler başarı odaklıdır. İş başarma ya da bir sorunu çözme konusunda isteksiz; bir şey olmaya, bir yere gelmeye zaten baştan niyeti olmayanlar ki bu artık kendi tercihidir; yönetimin de bu yönde bir vaadi yoksa pek çok gerekçe iş yapmaya engel hale gelmiştir.
Ama iş yerinde yapar gibi görünen, bir icraatı büyük bir olay gibi gürültüyle şaşaayla sunanlar ile asıl mesailerini tribünlere harcayanlar için yollar ve zaman kısalır. Yönetimin bu kişilerle alacağı yol sınırlıdır. Alınamayacaktır da…Onları motive etmenin yolu iş odaklılık değildir. Onları itip kakarak, iş ve çalışma odaklı ya da hizmet odaklı hale gelmişlerin davranışlarına dönüştürmek mümkün değildir.
Baştaki hikayede geçen koyunların kimseye faydası yoktur. Sayısal bir kalabalıktır. Davranışlarında bir verim ve etkinlik söz konusu değildir. Beklenti içinde “yaparmış gibi yapanlar” kendisine çalışanlardır. Aferin alır, terfi alır, mutlu olur; ancak kurumun mutlu olamayacağı açıktır. Ne olursa olsun kurum var olsun düşüncesi ise koordinasyon olması halinde sadece çözülmeyi geciktirir. Herzberg’in motivasyon teorilerindeki harekete geçirici unsurlarla insanların iş başarma güdüsünü birleştirmek gerekmektedir.
İşletmeler ya da kurumlar başta yönetimle ilgili kuralları doğru oluşturup hayata geçirdiğini düşünür. Fakat farkına varılmayan hatalar bir işletme için kaçınılmaz sona da yol açabilir. Şirketler bunu erken fark edebilmek adına hedefler koyarlar. Bu hedeflere yaklaşılması sürdürülebilirlik olarak kabul edilir. Buradaki sorun doğru hedefler ve değerler üretebilmektir. Ölçülemeyenin denetlenemeyeceği ve bu kontrolsüzlüğün ağır bedeli olması yağamadan gözlemlenebilmelidir. Burada ne kadar olumsuzluk varsa yönetimin akılcı planlanmamasına fatura edilir. Özel işletmeler kadar kamu kurumları da benzer sorunlara yakalanmamak için bir “check up” tan geçme ihtiyacını hissetmektedir.
Zaman zaman sürdürülebilir bir yönetim, uzun ömürlü bir işletme algısı, karlılığın önüne geçebilmekte ve karlılıktan da önce anılabilmektedir. Ekonomiler bu kadar sinyal verirken işletmelerin buna duyarsız kalması beklenemez. Olumsuzluk aranmasına gerek yok her an bir arıza çıkabilir. Bu yüzden İşletmeler daha başarılı bir yönetim sistemi için uzun ömürlü geleceği öngören ve projeksiyonlar üreten bir yapıya bürünebilmelidir.
Yönetimin ilk önceliği kaynak etkinliği olduğu takdirde, bilinçaltı onu yönlendirmeye başlamıştır. Eldeki imkanlar, gelecek olanlar /vaadler; içerden ve dışardan sunulan fırsatlar ve aç gözlü yamyamları görebilmiş ise bir yönetici, kurum “patlayıp gidecektir.”