Türkiye’yi tanımlarken kullanılan “Rusya‘yı durdursun, Çin‘e geçit vermesin, İslam alemini de yumuşatsın, yeter!” ifadeleri ile biçilen misyon hiç de hoş değil!.. Hele ekonomi için istenen “Borcunun sadece faizini ödeyecek kadar gelir düzeyi olsun yeterli (?) ” beklentisi… Türkiye’yi sürekli “Oltadaki Balık” haline getirmeye yönelik bir beklentidir. Dünyaya istedikleri şekilde yön vermeye çalışanların emellerine ayak bağı olan ülke sayısı arttı. “Maskesiz 5’ler endişeli!..” Ancak dünyanın sorunlu bölgelerinin de sayısı arttı. Bu yüzden ülkelerin tek başına bir müttefik ya da karşıt gibi göründüğü zamanlarda değiliz.
Suriye’de ortak operasyon yaparken; Ermenistan konusunda farklı, Doğu Akdeniz’de karşıtlarla birlikte, İran konusunda tarafsız olmak mümkün. Yakın tarihteki sorunlar bunun örnekleri ile dolu. Ama şu bir gerçek ki Türkiye, bölgesindeki herhangi 17 ülkeden biri değil. Bu konuda nüfusundan milli gelirine; gelişmişliğinden ekonomik potansiyeline daha ciddi etkiler oluşturduğu görülmektedir. Çevresi ve etki alanı itibariyle daha farklı kaale alınmak durumundadır.
ABD gazete ve dergi köşelerinde uzunca bir süredir bu konu kritik ediliyor. Son WSJ’de yayınlanan bir makale bu konudan mülhem, “Burası Dedenizin Türkiye’si Değil” başlığını manşete taşımış.
ABD’de, pek çok yazı “Türkler mutlu değil!..” diye başlık açıyor. “Ermeni Soykırımı” dememeliydik.. mesajları artık sıradanlaştı. S400’ler konusunun, silah pazarı kavgası ve Türkiye’nin güvenliği sorunu olduğunu herkes biliyor. “Türkiye’de yükselen ABD karşıtlığı” konularını dikkate almak gerekir diyen çok sayıda yazı okudum.
Yirminci yüzyıl biterken Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) gitti, Rusya geldi. Ancak 20 seneden fazla bir süre Amerika Birleşik Devletleri bu boşluğu tek başına doldurdu ve tek karar verici olarak “Tek Kutuplu Dünya” projesini diri tuttu. Ancak bu dönemde palazlanan ve gelişen ülkeler yeni projeler üretmeye de devam etti. Yeniden “İpek Yolu” projesi de bunlardan birisidir.
Çin’in, çağımızın en büyük projesi olan, 70 ülke ve 8 trilyon dolarlık yatırım gerektiren “Tek Kuşak Tek Yol” girişimini, Çin’in dünyayı kuşatması olarak görenler az değil. Bu projenin Türkiye ayağında son yapılan köprüler de var: Özellikle Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Asya’dan Avrupa’ya geçişin bir bağlantısı durumunda. Çin’den çıkan bir mal, 10 günde Avrupa’ya ulaşmış olacak. Bunun için yol gerek, köprü gerek; yapılıyor… Depo şehirler, lojistik merkezi olan iller planlanıyor: malların tasnif edildiği, dağıtım alanı haline getirildiği, hem taşıma üssü hem sevkiyatın yönetildiği merkez şehirler oluşturuluyor. Marmara’da Kocaeli, Ege’de muhtemelen İzmir, Akdeniz’de Mersin bu işler için hazırlanıyor.
Herşey “ekonomi” kıvamında gelişmeler oluyor görünse de; jeopolitik bir hedefin olmadığı ileri sürülse de, büyüyen ve gelişen ekonominin bulunduğu coğrafyaya sığmadığı ve daha da sığmayacağı bir gerçektir. Zenginlik, gücü ortaya çıkarmaktadır. Bu gücün küresel dengelere yön verebileceği hatta merkezleri değiştirebileceği gerçeği ihmal edilmemelidir.
Bu projeler “kime ne fayda sağlar” diye baştan sormak gerek. Haliyle böyle bir projenin başarılı olup hayata geçirilmesi, ekonomik ve politik merkezin yeniden Avrasya bölgesine kaymasını beraberinde getirecektir. ABD bunu ister mi? Ya da “ABD bunu istemez” diye Çin yolundan döner mi? Haliyle ABD için bu durum, bir izzet-i şeref ve gurur meselesi olmaya doğru gitmektedir.
Bugünkü NATO zirvesi yeni dengeler ve blokları işaret edecektir. Eski ittifaklar güç kaybetmektedir. Salt askeri güce dayalı eski ittifak anlayışı yeni dönemde dijital güvenlik ve bio-güvenlik gibi yeni alanları da harekete geçirecektir. İttifakların da bu çerçevede yeniden kurulması beklenmektedir. Yaptırımlarla, ambargo ile ülkelere “ayar” verilen zamanlar geride kaldı. Günün sonunu bekleyelim. Ancak unutulmamalıdır ki her yeni gün, güneş yeniden doğar. “Dünya yeniden kurulur ve Türkiye, o dünyada yerini alır.”