
Apollo Projesi ve Öncü Devlet
ABD’de aya insan gönderme fikri, Soğuk Savaş dönemindeki uzay yarışına hatta 1950’lerin sonlarına dayanır. 1957’de Sovyetler Birliği, Sputnik uydusunu fırlatınca, ABD uzay teknolojisinde geride kalma korkusuyla harekete geçti. Bu, uzay yarışını tetikleyen bir gelişme oldu.
Apollo projesi hızlandı. Daha önce, NASA’nın Mercury (1958-1963) ve Gemini (1961-1966) programları, insanlı uzay uçuşu için temel teknolojileri ve deneyimleri geliştirdi. Mercury, ABD’nin ilk insanlı yörüngelerini sağladı; Gemini ise uzayda yürüyüş, buluşma ve kenetlenme gibi teknikleri test etti. Bu programlar, aya ayak sürme için altyapı hazırladı.
Kennedy 25 Mayıs 1961 tarihli ABD Kongresinde yaptığı konuşmada, “Bu on yıl bitmeden aya bir insan göndermeyi ve onu güvenli bir şekilde geri getirmeyi” hedeflediklerini ilan etti. Bu, Apollo Projesi’nin resmi başlangıcı olarak kabul edilir. Projenin başarısı, aya altı başarılı iniş (Apollo 11, 12, 14, 15, 16, 17) ile sonuçlanmıştır.
Burada ülke yönetiminin net bir hedef belirlemesi ve yönetimin kararlılığı ve liderliği söz konusudur. Bu durum, siyasi ve toplumsal desteği artırdı. Kaynak ayrıldı ve yetkin kişiler göreve getirildi. Büyük ölçekli para aktarıldı. O gün için 25,4 milyar dolar (ABD milli gelirinin %0,4’ü) finansman ayrıldı.
ABD Kongresi’nin desteğiyle sağlanan bu fon, teknoloji geliştirmek ve altyapı oluşturma konusunda çok kritik rol aldı. Bunun akabinde NASA bütçesi, 1960’ların ortasında bütçenin %4’üne ulaşarak zirveyi görmüş oldu. Roketinden motoruna, aya iniş ve kalkış için geliştirilen özel tasarımlardan navigasyon bilgisayarlarına, ısı kalkanlarından özel uzay giysilerine pek çok inovasyon geliştirildi.
Bu tek başına Amerikan hükümetinin değil, aynı zamanda özel sektörün girişimleriyle ortaya çıkan bir sonuçtur. NASA’nın bu girişimi yaklaşık 500 bin çalışan ve 20 bin özel şirketi harekete geçirmiştir. Üniversiteler ve araştırma merkezlerinin de bu süreçlerdeki rolü önemlidir.
Astronotlar, yer ekibi ve teknisyenler her senaryoyu değerlendirmeye yönelik eğitildiler. Astronotlar (örneğin, Neil Armstrong, Buzz Aldrin) yoğun fiziksel ve teknik eğitimden geçti. 1950’lerde başlayan bu süreç Mercury ve Gemini programlarından kazanılan deneyimler, astronotların uzayda hayatta kalma ve görev yapma yeteneklerini geliştirdi. Bu projelerde her bilimsel disiplin, kendisine bir alan buldu.
Olayın bir de toplumsal desteği var şüphesiz. Sovyetlere (SSCB) karşı üstünlük sağlama temel motivasyon oldu. Medya, kamuoyunun desteğini alma konusunda etkili oldu. Konu ABD sınırlarını aşıp küresel bir konuya dönüştü. Bu da projenin meşruiyetini artırdı.
Apollo Projesi sadece aya inişle sınırlı kalmadı; bilgisayar teknolojileri, telekomünikasyon, malzemeler (teflon benzeri kaplamalar bu çalışmaların sonucudur) konusunda da etkili olmuştur. Tıbbi cihazlar, yazılım ve uzaktan kontrol sistemleri de geliştirilerek kullanılmaya devam etmektedir.
Burada devlet, ciddi bir hedef koyarak risk almıştır. Bütçesinden %4 gibi bir kaynak ayırmakla önemli bir hedef için fon sağlamıştır. Ayrıca özel sektörü de bu yönde teşvik etmiş, kamu-özel işbirliklerinin önünü açmıştır.
Devletler bugün bu kararlılığı neden göstermesin? Başta savunma sanayi, sağlık, enerji hatta dekarbonizasyon/karbon nötr konuları yeni projeleri tetikleyebilir. Devlet bu konularda alan açar, öncü olabilir. Bunun için gerekli olan net hedef belirlemek, uygun ölçekte finansman sağlamak, teknolojik inovasyonları teşvik etmek, özel sektörü özendirmek, kamu-özel işbirliğini geliştirmek, üniversitelerin bu konuda inisiyatif almasını sağlamak, yetkin insan kaynağı yetiştirmek ve etkili toplumsal destek, bu sürecin başarı faktörleri olabilir.
M. Mazzucato Apollo Projesi’nde devletin lider rolüne dikkat çekerek, bu durumu “misyon odaklı inovasyon” olarak tanımlamaktadır. Devletin bu süreçte (özellikle NASA aracılığıyla) risk alan, vizyoner bir liderliği söz konusudur. Proje, özel sektörün kısa vadeli kâr odaklı yaklaşımının ötesine geçerek, uzun vadeli ve yüksek riskli bir hedef olan aya inişi gerçekleştirmiş oldu. Mazzucato bu konuyu The Entrepreneurial State kitabında işleyerek ’ devletin Apollo Projesi ile temel araştırmaları finanse ettiğini, teknolojiler geliştirdiğini ve özel sektörü (örneğin, Boeing, Lockheed Martin) de sürece entegre ettiğini vurguluyor. Bu durum aynı zamanda onun “girişimci devlet” tezinin önemli bir örneğini oluşturmaktadır. Mazzucato’nun bu yaklaşımı günümüzde “yeşil Apollo projeleri” veya “eğitim/sağlık” gibi teknik ve stratejik alanlarda girişimci devlet fikrini harekete geçirebilir.
Ancak onun da endişesi, kamu yatırımlarından doğan kârların ve oluşan değerlerin daha adil dağıtılmadığı yönündedir. bu konuda Apple firmasını da eleştirmektedir (Siri ve dokunmatik ekran). teflon teknolojisi bile bu çalışmaların bir ürünüdür. Bu durumda kamu inovasyonlarının özel sektör kârlılığını arttırırken kamunun yeterince pay almadığı ve bu buluşların topluma yansımadığına dikkat çekmektedir. Onun önerisi Yeşil veya dijital misyonlarda, devletin patentlerden, hisse senetlerinden veya kâr paylarından da gelir elde etmesi yönündedir.
Başarılı bir proje olan Apollo Projesi, sadece teknik bir başarı değil, toplum için de bir ilham olmuştur. Bunlar sonuçta toplumu birleştirir, ortak bir amaca yöneltir. Benzer şekilde toplum, iklim değişikliği gibi küresel sorunların çözümünde harekete geçebilir. Devlet de toplumsal enerjiyi bu yöne sevk edebilir.
ve kadınlar… ve çocuklar…
Apollo Projesi’nden hareketle devlet, daha kapsayıcı ve katılımcı bir yöntem tercih edebilir. Böylelikle kadınlar, çocuklar, azınlıklar ve dezavantajlı gruplar sürece dahil edilebilir. Mission Economy çalışmasında da dikkat çektiği gibi “Apollo Projesi, nasıl imkânsızı mümkün kıldı ise şimdi de “İklim değişikliğine karşı eylem birliği”, karbon nötr gibi hedefler bizim yeni Apollo’muz olabilir.” Buradaki öncü rol devlete düşmektedir.
Yorum gönder