Amerika’nın faiz sopası bizim gibi gelişmiş ülkeleri rahatlattı. Yılda 4 müdahaleden ikiye düşmesi, faizlerde %1 bile olmayacağını açıklaması, önemliydi. Belki daha da önemlisi mevduat faizlerine % 0 faiz uygulaması. Evet doğru okudunuz, mevduata faiz verilmiyor, herkes elindekini harcasın deniliyor.
Böyle olunca da Faizler konusunda bildiklerimiz karışmaya başladı. Faizler düşerken yatırımlar artacak, ekonomi bu sayede üretime geçecek; üretim istihdamı, istihdam talebi tetikleyecekti. Faizler yükseldikçe ekonomide yatırım iklimi azalacak ve büyüme gerileyecekti. Bunu en sade haliyle “faize mi yatırıma mı” tasarruflar gitsin sorusuyla cevap arandığında; en çok kazandırana gitmesi tercih edilebilir. Hal böyle olunca faizler yüksekken yatırımlar gerileyecektir. Yüksek faizlerin yatırımlar üzerindeki bu baskısı üretimin düşmanı haline dönüşebilmektedir. Geçmiş örneklerden de hatırlanabileceği gibi işletme sahipleri varlıklarını satıp faize dönebilmektedir. Kapanan ya da satılan işletmeler öncelikle istihdamı vuracaktır. Sonuçta talep düşecek ve ekonomide talepten kaynaklanan gevşeme ekonomiyi yavaşlatacaktır.
Ya faizler düşük olursa… O zaman da üretim ve yatırım eğiliminin tetiklenmesi beklenir. Ancak piyasa müşevviklerini harekete geçiren yegane unsur faiz değildir. Veya tek başına faiz yatırımları yönlendirmede etkili değildir. Çünkü üretim faktörleri içinde çok özel yeri olan “müteşebbislerin” harekete geçmesi öyle kolay değildir. Bir hareket söz konusu olduğunda Kazanç kapıları, gelir kaynakları ince ince incelenir. Bu iş için ayrılan kaynağın toplam varlıklar içindeki payına göre iki kere düşünülüp bir kere eyleme geçilir. Sorup soruşturulur, uzmanına danışılır, her konuda olduğu gibi bunun da bir bilenine ulaşılır. Kazanç özü itibariyle dünden gelen tecrübi bir durumdur. Bilinen verilerden hareket ederek bilinmeyen bir gelecekteki veriler planlanır.
Olmayacak iş, olmayacak kar söz konusuysa; kısaca müteşebbisimiz yarından ümitsiz ve kötümserse, hiçbir faiz oranı onu harekete geçiremez. Görüldüğü üzere karlılık gibi somut bir değer, somut olmayan güven gibi, ümit gibi, heyecan gibi değerlerden etkilenmektedir. Faizlerin bazen kaldıraç etkisi yapamayışının arka planında bu beklentilerin negatif yönlü eğilimine bakmak gerek. Sürünen faizlerin yatırımı heveslendirmesi kadar; özellikle istenen enflasyon düzeylerinde ekonominin yüksek faize çok da kötümser bakmadığını söyleyelim.
Bütçe verilerimizin çok iyimser hatta tabiri yerindeyse “göz kamaştırıcı” performansının arkasında sıkı bütçe politikaları gelmektedir. Özellikle mali disiplin konusu son 10 yılın başat uygulamasıdır. Ancak hep itiraz edile edile de olsa söylenen “devletin bir miktar kesenin ağzını açması” talebi tetiklemesi; dolayısıyla yatırımları uyarmasıdır. Bütçe konusunda devlet olarak, hesabımızı bilelim ancak yönetilebilir açık ya da sürdürülebilir açık konusunda bu kadar “eli sıkı” olunmayabilir.