Ekonomi bilimi enteresan bir bilim. Beklentileri alır, hayalleri satar. Rakamlar değil hissedilendir önemli olan. Vatandaş, ortalama gelir düzeyi olarak mutludur, ancak kendi gelirine baktığında ayın sonunu zor getirir. Bunun için asgari ücretli ya da çok zengin olmaya lüzum yok. Herkesin kendi dengesi, kendinedir. Ekonomide değerler, göstergeler, veriler iyidir de vatandaş şikayetçi, sanayici memnundur da devlet açık vermektedir. Ekonomi tam “kırk tilki mekanı” herkes birbirinin kuyruğuna dokunmadan “olup gidecek” Ya da tam tersi… Herkesin aynı anda mutlu olduğu ve herkesin tam anlamıyla kendisini kazançlı hissettiği bir dönem ne yazık ki yok. Yıllık ihracatın 180 milyar doları hedeflediği bir dönem için herkese verilen mesaj, “az daha sıkın dişinizi!” tarzı olumlu mesajlar bırakmaktır. Hakikaten her kesimde bir çabayı, hatta gözle görülür bir çabayı inkar etmemek gerek.
Ancak ekonomide bir terslik yok değil. Beklentilerin olumluya dönmesi güzel bir gelişme. İşte her şeyin de yolunda gitmesi için başka göstergeler ve beklentileri de olumluya çevirmek gerekmektedir. Bu dönem için, ekonomik güven endeksindeki azalış tüketici, reel kesim (imalat sanayisi), hizmet, perakende ticaret ve inşaat sektörü güven endekslerindeki düşüşlerden kaynaklandı.
Ekonomi Güven Endeksi 2018 yılına iyi başladı. Ancak Nisan ayı itibariyle 100’ün altına düştü. Bu rakamlar “Güvene de Güvensizliği” gösteriyor. Buna rağmen diğer verilerdeki olumlu gelişmeleri, sadece inşaata bağlı iyileşmeden söz eden ekonomi eleştirilerinin de artık yersizliğini görmek mümkün. Biz çabalayıp duran ama bir şey başaramayan bir ekonomiyi geçtik, kabuk çatlatma durumundan söz edebiliriz. Otomotiv sektöründeki gelişmeleri peşin fikirle “montaj” diye niteleyip bir kenara bırakmak, ihracat potansiyeline de haksızlık etmek olacaktır. Üretimi, yerli ve milli olmamakla tenkit etmek, ortaya çıkan bir “katma değeri” gerçekleştirilen istihdamı görmezden gelmek olacaktır.
Ülkemizde faaliyette olan yabancı firmalar ya da başka bir ülke boykot edildiğinde ilk olarak aklımıza burada çalışan yerli unsurlar gelmelidir. Yabancı sermaye çekmeyi önemserken, şöyle böyle 50 milyar dolar açık için kaynak beklerken ülkeye gelmesi beklenen yabancı sermayeyi görmezden gelmek, muhtaç durumda olunduğunu görmezden gelmek, anlamsızdır. Türkiye’nin, düşük tasarruf düzeyleri ile başkalarının tasarruflarını bekleyen bir ülke olduğu ihmal edilmemelidir. Net para girişinin olmaması halinde ekonominin borçlanma, yüksek faiz gibi pek çok ekonomik hastalığa maruz kalacağını söylemek, kehanet değildir. Uzunca bir süredir kur– enflasyon-faiz kısır döngüsüdür gidiyor. Burada ekonominin de kendi realitesini göz ardı etmeksizin iki yönlü mücadele devam etmelidir. Şüphesiz cari açıktan başlayıp, dış ticarete, hatta beklenen turizm gelirleri ve enerji politikalarına kadar pek çok değişken bu sarmalın nedeni durumundadır.
Enflasyon özellikle ekonomi için önemli bir nabız göstergesidir. Uzunca bir zamandır çift haneden inmemesi işleri zorlaştırmaktadır. Mevcut şartlar pek fazla değişmeden, bu oranlar bu şekilde devam edecektir. Neredeyse tümü mart ayında olmak üzere ilk çeyrekte ortaya çıkan “kur artışı bundan sonra nasıl seyredecek,” bilmek kolay değil. Belirsizlikleri bilinen tedavi yöntemleri ile yönetmek, şimdilik mümkün görülse de en önemli konu olan ekonomiyi canlandırmak amaçlı önlemlerin, enflasyon için ne ölçüde baskı oluşturacağı konusunda bir şey söylemek mümkün değil.
Siyasette, dış politikada, askeri alanda neler olacağını da bilemiyoruz… Ekilen bir tohumun yeşermesini beklemeden, yetişip boy verdiğini görmeden, hasadını yapmadan yeniden tarlayı sürüp, tekrar tekrar yeniden ekmek büyük zaman ve emek maliyetidir. Şimdi bir de seçim gerçeği ile yüzleşmekteyiz. Ekonomi seçimle güven tazeler. Yönetimin alacağı kararları cesaretle almasını sağlar. Ancak seçim de sürdürülebilir bir ortam için gerekli bir durumdur, önemlidir. Burada bir reel kesim açmazı var. Bir yanda ekonomiye duyulan güvenin azalması, öbür yanda ihracat artışı ve kapasite kullanım oranlarındaki yükselişten söz etmekteyiz. 2017 Nisan’ında Ekonomik güven endeksi 99,8 idi. 2018’de de hemen hemen aynı seviyelerden bir toparlanma, kapasite kullanım oranlarında bir yükseliş ekonomiye moral olacaktır.
Genel bir değerlendirme ile özellikle dış ticaretin yarısını oluşturan AB ülkelerinde de benzeri düşüşler devam etmektedir. Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan Ekonomik Duyarlılık Endeksi verisi hem Euro Bölgesi hem de Avrupa Birliği için son üç aydır düşse de, mevcut veriler halen yüksektir.
Euro Bölgesi Ekonomik Güven Endeksi 19 üyeli birliğin en büyük beş ekonomisinde de ciddi ölçüde geriledi. Almanya’da endeks 2.4 puan düşerken, ekonomiye güven İtalya’da 1.8 puan, İspanya’da 1.2 puan, Hollanda’da 0.5 puan ve Fransa’da 0.4 puan geriledi.
Güven gerilerken, bir reel ekonomi “çelişkisidir” gidiyor. Dış ticaret artıyor. Özellikle katma değeri yüksek ürünlerin ihracattaki payı %17 artmış, bu iyi ötesi bir gelişme. Turizm rezervasyonlarındaki artış, umut vadediyor. Bu faiz oranları ile bu düzeyde bir ihracat gerçekleşmesi, “herşeye rağmen” dedirtiyor…