Türkiye’de ekonomi değerlendirmeleri borsa – kur ve faiz sarmalında dönmektedir. Aslında bu üç gösterge sonuçtur. Herşeyin yolunda olduğu bir ekonomi işleyişinde bu göstergelerden önce kişilerdeki gibi kendini, “iyi hissetme” ya da “kötü hissetme” hali ekonomide de görülecektir. Buna sektörlerden gelen haberler, üretim ve istihdamın yapısı, ihracatın niteliği ya da ithal bağımlılık seviyeleri ayrı ayrı ele alındığı ve eklendiği takdirde, Türkiye açısından doğru bir teşhis ve tanımlama ortaya konulmuş olacaktır.
Gelişmiş ülkelerdeki para ve maliye politikalarına dair analizlerin ayrıntılarına bakıldığında sebep, sonuç, süreç ayrıntılı görülebilir. Devletin ekonomideki etkinliği ve varlığını arttırma ya da sınırlandırma fikri dışında analizlerin mutlak surette birtakım sonuçlar doğurduğu görülecektir. Düşük vergi tahsilatı varsa; harcamalar sınırlanır, bütçenin denk bütçe olması beklenir; borçlanma varsa yönetilebilir vade ve faiz politikası hedeflenir. Hangi harcamaların öncelikli, hangilerinin önemli olduğu bu itibarla ayrı bir özen gerektirir.
Refah devleti oluşturmak ve uygulamaları yaygınlaştırmak, özellikle sosyal demokrat yönetimlerin öncelikleri arasında yer alabilir. Haliyle devlet, sosyal harcamalar için finansman tercihini borçlanmadan yana yaptıysa, hem kamu finansmanı hem de bireylerin tüketim talepleri için düşük faizi savunur.
Özellikle politika uygulayıcıların tercihlerini analiz eden akademik çevrelerin ürettiği rapor ve literatürdeki çalışmalar, bu politikalara yön vermede önemlidir. Türkiye’de nerede ise Türk iktisatçıdan daha fazla yabancı iktisatçı adını sayabilen kesimler, ortaya çıkmıştır. Burada bir miktar kabahati, geri geri durma konusunda meslektaşlarımız ve üniversitelere yüklemek yanlış olmayacaktır.
En kolay analiz yöntemi, finans piyasası analizidir: Borsa, kur ve faiz sarmalından söz etmektir ki bu durum adeta tansiyon almak gibidir. Değer ölçülür, makul seviyelerde ise ona göre; değilse başka türlü bir yaklaşım ile gözlem sonuçları aktarılır. Bunda üretim, tüketim, istihdam, gelir dağılımı gibi temel göstergeler yoktur. Varsa yoksa FED, Avrupa Merkez Bankası (ECB) hatta ABD’deki nisbeten önemsiz bir gösterge bile saatlerce yoruma tabi tutularak, dinleyicinin beyni yorulmaktadır. Bazen, ABD’nin bir bölgesindeki konut satış sayısı, bazen tarım dışı istihdam verileri bile bu gündeme karışabilmektedir.
Türkiye’de uzun yıllar “kamu açıklarından çeken” iktidarların var oluşu, kamunun müdahaleci yapısına karşı çekimser, hatta karşıt bir pozisyon alır yapıyı güçlendirmiştir. Son 2001 programına referans olan 2001 ve 2002 yılının bütçe açıkları milli gelir içerisinde %12 rakamına ulaşmıştı. Aynı dönemde AB ülkeleri arasında bu oran %1,5-2,5 aralığında idi. Kamu bankalarının görev zararlarının milli gelire oranı %16 idi. Sosyal Güvenlik kurumlarına bütçe transferinin de milli gelire oranının %5‘ler seviyesinde olması, aslında, aktif kamu politikası yanlısı iktisatçıların da bu alana girmesine mani olmuştur. Keynesyen uygulamalar artmış ama bu yaklaşımları bilen ve analiz eden sayısı azalmıştır. Sanki devletin, özellikle sosyal harcama yanlısı eğilimlerini analiz etmek “fakir fıkaraya giden üç kuruş paraya göz dikmek” olarak algılanmıştır.
Türk iktisatçılar, gayrimenkul ve inşaat sektörü dediğinde ülkeyi “inşaat çukuruna gömecek” neandertallerin çağdaşı; tarım diye söze başladığında, endüstri 4.0 için yapılacak yatırımlara mani olacak bir gerici yobaz muamelesi görmektedir.
Ekonomi bir bütündür. Sadece sonuçlara odaklanmanın istenmedik yan çıktı ve zararlarının doğması kaçınılmazdır.
Bu yüzden finans piyasalarındaki gelişmelerin öncesini analiz etmenin önemine tekrar dikkat çekmiş olalım. . İnsan vücudunun birtakım rahatsızlıkları nasıl ki tansiyon ve tahlillerle ortaya çıkıyorsa;
sadece yüksek tansiyonu söylemek, moral bozmanın ya da “normal” deyip; her şey yolundaymış gibi yapmanın ötesine geçemez. Araz devam eder.
Tekrardan, ekonomi bir bütündür. Sadece neticeye bakmak yanıltır.