Başkan değişti. Tekrar atanabilir miydi? Elbette… Bir beş yıl daha bu görev kendilerine tevdi edilebilirdi. O halde, Merkez Bankası aynı Merkez Bankası, sadece başkan değişti. Yeni ekonomi ya da yeni iş piyasasının önemli bir unsuru ağlara dahil olmak: bir ağda değilseniz ya da sizi taşıyan bir ağ yoksa yetenekleriniz sizi belirli bir noktaya kadar götürmektedir. Ali Babacan ve ekibi fiilen ekonomiyi siyasi istikrarın da gücünü arkasına alarak oldukça iyi noktalara taşıdı. Şimdi yeni dönem Başkan Murat Çetinkaya ile başlamış oldu.
Olacak ya işte, gelir gelmez, hatta göreve başlamasının ertesi günü Para Politikası Kurulu’na girip faiz indirimine karar alan, bir Merkez Bankası başkanı olarak sayın Çetinkaya’nın işi kolay değil. Merkez bankası Kanununda, Bankanın görevleri “Hükumetle birlikte” ifadesiyle tanımlanmış. Ve ifade aynen “Hükumetle birlikte Türk Lirasının iç ve dış değerini korumak için gerekli tedbirleri almak…” olarak yazılmıştır. Görüldüğü üzere iki ortaklı bir eylem alanı mevcut. Birisinin farklı olması diğerinin sesini yükseltmesine sebep olabiliyor. Siyasi iktidar, halkın tercihi ile geldiği için daha fazla sesini yükseltmiş olabilir. İlk olarak kullanılan 50 baz puanlık faiz indirimi bu anlamda küçük bir ısınma turu kabilinden görülmelidir. Ancak süreklilik beklenmemelidir.
Bu durumda Merkez Bankası başkanı ilk basın toplantısında da görüldüğü gibi ülkenin iktisadi durumu ve geleceği üzerinde kendisinden önce gelen başkanlardan farklı bir söylem üretmedi. Merkez Bankasını kurumsal olarak tanımladı. Dolayısıyla zaman zaman serzenişten de çıkan, “düşür şu faizleri başkan, uçalım artık” mesajlarına çok itibar etmeyecek gibi de görünüyor.
Buradan da anlaşılan Merkez sadece görevini yapacaktır. Türkiye gibi sürekli cari açık verip bunu dış borçla finanse eden bir ülke için Başkanın, “döviz rezervleri artacak” demesi, “dış yükümlülüklerimiz artacak” anlamına da gelecektir. Döviz açığı (cari açık) veren bir ülkenin döviz rezervi biriktirmesi ancak döviz borcunu arttırmakla veya yükümlülük yaratan sermaye girişi ile mümkündür.
Beklentiler yapısal reformlardan yanadır. Türk ekonomisi bugün, dışarıdan gelen para miktarına göre genişlemekte veya daralmaktadır. Bu sebeple ekonominin vites atmasından ziyade bir “dur-kalk” a yatkın olması da dikkat çekicidir. Türk ekonomisinde, sürdürülebilir büyüme uygun yapısal dönüşüm “cari açıksız büyüme” fazına geçmek gerekmektedir. Ancak bu konuda taraflardan isteklilik ve önceliklendirmek beklenmelidir.
Cari Açık Türk ekonomisinin kaderi değildir ve olmamalıdır da. Türkiye’de soruları tersinden sormaya ihtiyaç bulunmaktadır. Evet, “Türkiye’de tasarruf oranı düşüktür.” Ancak “Türkiye’de tüketim oranı da yüksektir.” İthal yoluyla tüketime para bulmak için borçlanılır. Borç olarak yurda giren döviz, döviz fiyatını düşürür. Döviz ucuz olunca ithal mallarına olan talep daha da artar. Yerli üretici ne yapsın? Hem içerden, hem de dışardan kuşatılmış olarak; bilumum rakiplere karşı rekabet gücü azalır. İthalat, ihracattan hızlı artar. Cari açık daha da büyür. Daha fazla dış borç alınır. Ege Cansen’in kulakları çınlasın: “Kedi kuyruğunu kovalar.” Şu tüketim alışkanlıklarımızı da bir gözden geçirmekte fayda var.