Türkiye seçimler döneminin sonuna yaklaşıyor. Mahalli idareler seçimleri arefesinde, ekonomide sağlam durmaya çalıştıkça, etraftaki çeldiricilerin sayısı artıyor: ABD Uzakdoğu’da, Güney Kore ve Tayvan ile bir tatbikat gerçekleştirmişti. Kuzey Kore’nin buna verdiği sözlü cevapları ve denemelerini biliyoruz zaten… Polonya’da devam eden ve 90bin askerle gerçekleştirilen NATO tatbikatını geçtim; daha dün Umman denizinde Çin, Rusya ve İran ortak bir tatbikat yaptı… Sular ısınmayı geçti, sıcak tutulmaya devam ediliyor.
Son olarak Mısır’dan gelen uzatmalı faiz artırımı haberleri ve bir doz daha devalüasyon, gelişmekte olan ekonomilerle birlikte Türkiye için de yeni bir alarm haline geldi.
Mısır’da faizler %6 oranında (600 baz puan) arttırılarak %27,25’e yükseltildi. Mısır Poundu da dolar karşısında %26,5 değer kaybederek, 1 dolar 30,9 Pounddan 42 Pounda yükseldi. Mısır’da yapılan bu devalüasyon, son iki yılda yapılan dördüncü devalüasyon olarak kayıtlara geçti.
Mısır elbette bu günlere birdenbire gelmedi. Başta pandemi ile turizm gelirleri etkilendi. 10 milyon kişi Mısır turizmi için düşük bir sayı; hedefler 30 milyon turisti ağırlamak üzerine idi. Ukrayna savaşı buğday ve diğer ithalatların maliyetini artırdı. Yemen’deki Husi isyancıların Kızıldeniz gemilerine yönelik son saldırıları da Süveyş Kanalı gelirlerine mani oldu. 10 milyar dolarlık bu potansiyelin her kuruşu Mısır için turizm kadar önemli.
Mısır Merkez Bankası ülkeye giren dövizde önemli bir kaynak olan yabancı paranın, denizaşırı Mısırlı işçilerin dövizleri olduğuna dikkat çekmektedir. Bu rakam da son dönemde %30’a kadar düşmüş görünmektedir.
Nihayet, uzunca bir süredir yaşanan döviz krizi, borçları ödemede ve döviz temininde zorluk çıkartmakta idi. Bugün ihtiyaç duyulan kaynak 17 milyar dolar idi. Telekomun satışı, benzin istasyonlarının özelleştirilmesi gibi bazı kaynaklar için yapılan anlaşmalar da sonuçlanmamıştı. Mısır poundunun düşmesi ve enflasyonun %35’e yükselmesi nedeniyle de ABD doları da yoklara girdi.
Mısır yıllardır yabancı yatırımcı çekebilen bir ülke idi. Türk kökenli firmaların Türkiye’deki yüksek işçilik maliyetleri sebebiyle Mısır’a gidenleri de bazı avantajlardan yararlandı. Düşük işçilik maliyetlerini değerlendirdi. Mısır özellikle 2008 sonrası Türkiye’den gelen firmalar için cazibe merkezi oldu. Bölgeye yatırım yapmanın en önemli gerekçesi, Türkiye’deki artan maliyetler ve döviz kuru yüksekliği idi.
Özellikle ABD’ye ihracat yapmak isteyen firmalar ise Mısır’dan ABD’ye vergisiz ihracat kolaylığından yararlandı. Türkiye’den ABD’ye ihracat yapıldığında % 20 ile 35 arasında vergiye tabi olunmaktadır. Bu vergi rekabeti de firmalar için Mısır’ın tercih edilmesi konusunda etkili olabilmektedir.
Türkiye, gündemi kalabalık bir şekilde seçimlere gitmektedir. Ancak hukuki düzen, işgücünün istikrarı ve elbette en önemli konu olan düzenli ve kesintisiz enerji ihtiyacının karşılanması konusu, yurt dışına çıkan Türk firmalar için dezavantaj haline de gelebilmektedir. Bu durumda belki en önemli teklif, Türkiye’de yatırıma devam etmek, kalıcı, güvenli ve istikrarlı bir yatırım ortamının sürdürülebilirliğine yönelik girişimlerde bulunmaktır.
Seçim sonrasına kilitlenen piyasalar Nisan ayı itibariyle kapsamlı bir ekonomi programını görmek istemektedir. Piyasalar da başlıkta ve içeriğinde “yapısal reform paketi” ifadesi geçen açıklamalar beklemektedir.
Bürokrasinin azaltılması, mevzuatın sadeleştirilmesi, iş kurma, iş yapma süreçlerinin kolaylaştırılması, yıllardır tekrar edilen konular olmasına rağmen hâlâ gündemdeki sırasını beklemektedir. Şimdilerde ise “yeşil dönüşüm” ve “karbon ayak izi” konusu eylem planlarında ön sıralara geçecektir.
Ancak Türkiye’nin olağanüstü ihracat potansiyeli de gelişmektedir. Türkiye, son 20 senede 1000 çeşit mal ihraç edebilirken bugün bu sayı 1700’e dayanmış bulunmaktadır. Bu sayı Japonya ve Hindistan’dan daha fazla çeşit mal ihracı anlamına gelmektedir. Hakikaten ihracat performansı bakımından kayda değer bir gelişmedir.
Türkiye’nin dünyadaki 226 pazardan 219’una mal sattığına gelirsek, bu durum her bir ülkenin harcı değildir. Çin bile bu değerlendirmede 98 ülkeye mal satması ile gerilerde kalmaktadır. Aynı zamanda bu, özel sektörün de önemli bir performansı durumundadır. İhracatta farklı noktalara ulaşım, tek bir pazara mahkum kalmama ve kırılganlıklara açık olmama anlamına da gelmektedir. İhracatın pazar çeşitliliği önemli bir rekabetçiliktir.
Türkiye bu performansını hangi sektörlere yönlendireceği ve hangi alanlarda uzmanlaşacağına doğru karar verebilirse; yarınlarını daha etkili ve güçlü kuracaktır. Karamsarlık yapmadan, herkesin işine gücüne bakma zamanıdır…