Almanların efsane Başkanlarından Ludwig Erhard Nazi döneminin hemen sonrasında Ekonomi Bakanı olarak 1949’da kabinede yerini alır. 1957’de başbakan yardımcısı, 1963’te Şansölyedir. Almanya iki dünya savaşı sonucunda ağır kayıplar veren bir ülkedir. O, zor bir dönemde ekonomi bakanlığı yürütmüştür. Ülke savaştan büyük zarar görmüş, Almanya ikiye bölünmüştür. Her şey yeni baştan kurulacak, bayındırlıktan imara kadar, sanayi ve endüstri de geliştirilecektir. Savaşın yaralarını sarmak azimle çalışmanın yanısıra kaynak da gerektirmektedir. Geliri olmayan, savaştan yeni çıkmış bir ülke için gelir önemli bir sorundur.
Dönemin başbakan yardımcısı olan Erhard, Alman halkına konuşmalarında bir süre daha tasarruf önermekte “beş sene tasarruf etmekle, bugünkü zenginlik ve alım gücünün çok ötesinde bir gelir düzeyini” vaat etmektedir. Bunun anlamı tasarruf edip para biriktirirlerse, sadece beş sene ama, daha lüks ev, daha lüks arabaya sahip olmak anlamına gelmektedir. Böyle de olmuştur… Almanya 1960’lı yılların başından itibaren işçi çeker olmuş ve Türk işçileri de 1961 yılından itibaren bu sürece dahil olmuştur. Bu yıllardan itibaren Almanlar iş seçer olmuş, zor ve kötü işler yabancılara terk edilmiştir.
31 Ekim 1961`de Almanya`ya Türk işçi göçü başlaması, 1961’de Berlin Duvarı`nın örülmeye başlanması ile aynı zamana denk düşer. Doğu Almanya`dan kaçak girişlerin engellenmesi nedeniyle, Batı Almanya`nın, işçi açığını iş gücü anlaşmalarıyla kapatmaya çalışmasında Türkiye önemli bir potansiyel olarak görülür.
Türk İş gücü Anlaşması kapsamında ilk 2 bin 500 işçi Almanya`ya gelir. Almanya Türk halkında, çalışılıp para kazanmaya gidilen bir “yaban” olarak algılanır: “Almanya`ya gelen Türk işçiler, Almanya`da birkaç sene kalıp, o süre içinde çalışıp, biriktirdikleri parayla memleketlerinde ev alıp, iş kuracak” geri dönecektir, onların yerleşme niyeti yoktur. Almanlar da Türk işçilerin geçici olduğunu düşünüp onları misafir işçi olarak nitelendirmişti. Ancak böyle olmadı… Bugün Almanya`da 4 nesildir yaşayan yaklaşık 3 milyon Türk var. Bu Türklerin de yaklaşık 1 milyonu Türk asıllı Alman” dır.
Bu “gidici” yaklaşımı Almanlar için de hep böyle algılanmıştır. İsviçreli yazar Max Frisch’in “Almanya`ya İşçi çağırdık, insan geldi” sözü, Almanların da işgücü göçünün insani boyutunu ıskaladığı yönünde önemli bir ifadedir. Aslında bununla, en başından beri, güçlü bir entegrasyon politikası ile işgücü göçünün yönetilmediğine dikkat çekilmektedir. Almanya’nın 1980 ihtilali sonrası Türkiye’den siyasi sığınmacıların da gittiği yer olması Almanların Türkler ile ilgili kalıcı politikalar üretmesinin önemini anlamasına yardımcı olmuştur.
1980 başında Almanya’daki Türk sayısı bir milyonu aşmıştır. Almanya 1983`ten 1985`e kadar yürürlükte kalan “Geri Dönüşü Teşvik Yasası” ile 375 bin Türk’ün Türkiye`ye geri dönmesini sağlamıştır.
1990 yılında 1 milyon 700 bin rakamına ulaşan Türk sayısı bugün Alman vatandaşlığına geçen yaklaşık bir milyon Türk ile birlikte 3 milyonu aşmış durumdadır. Dönüşler ve gidişler devam etmektedir. Eğitim, evlilik ve iş gibi nedenlerle gidişler, her zaman Almanya’nın Türk vatandaşları nezdinde cazibesini korumasına yol açmıştır.
Dil bilmek en başından beri Almanya’daki Türkler açısından problem olmuştur. 1960`lı yıllarda Almanya`ya göç eden Türklerde Almanca dil sorunu yaşanırken, 2. ve 3. nesil Türk göçlerinde ise Türkçe dil sorunu yaşanmaktadır. Özellikle ilk gelenler sağlık problemlerini çözmede zorlanmış uzun süre tedavi olamamışlardır.
Bugün Almanya`nın ve Alman toplumunun bir parçası olan Türkler, Almanya`da sanatta, siyasette, sporda, tiicarete her alanda başarılı kariyerlere sahip olmuşlardır. Helmut Kohl’ün Türkler için söylemiş olduğu “Türkleri bizim siyasetçimiz, yöneticimiz olarak yetiştirmek zorundayız. Yarın ülke yönetiminde onlar söz sahibi olacaklardır.” İfadesi Türklere bakış açısını göstermesi adına önemlidir.
Suriyeli göçmenlere kapılarını kardeşçe açan bir “Türkiye’nin” Almanya politikalarından alacağı dersler olduğu bir gerçektir.