Bu referandum çok konuşulacak. Sonuçta Türkiye EVET tercihi ile kendisini saran surlarda, yeni bir kapı daha açarak yola devam etmektedir. Hakikaten bu referandumda, başta siyasi iktidarın yönetim tarzını gördük. Siyasi erkin devredilme şeklini oyladık. Devlet nasıl yapılanacak, üniter veya eyalet bunu sorguladık. Son olarak hükümetin örgütlenme biçimi olarak, dünyadaki bütün örneklerinden farklı, “Partili Cumhurbaşkanlığı” ya da “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini oylayarak tercihler yapıldı.
Bugünlere nasıl gelindi? Biraz geriden bakıldığında, sürecin 10 Ağustos 2014 itibariyle başladığı görülecektir. O güne kadar TBMM tarafından seçilen, sembolik görevler yerine getiren ve bir temsil makamı olarak adlandırılan “Cumhurbaşkanlığı” makamı, halkoylaması ile seçilen bir cumhurbaşkanlığına dönüşmüştü. Böylece Türkiye, iki seçilmiş devlet başkanına sahip olmuştu: Başbakan ve Cumhurbaşkanının her ikisinin halk tarafından seçilmesi, dönüşümün başlangıcıdır. Sonrası malum… Külliye’de toplanan Bakanlar Kurulu… Sayın Cumhurbaşkanına verilen bilgiler ve detay toplantılar… Cumhurbaşkanının yürütmeye ilişkin, görüş ve önerileri derken, fiili çift başlılık oluştu. Bu süreç başta bütçe üzerinde siyasi iktidarın, yönetim aracı olarak kullandığı bütün araçların Cumhurbaşkanı tarafından da kullanılır hale gelmesine yol açmıştır. Yürütme erkinin bu yapısı, sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakanının uyumu sebebiyle “şimdilik” sorun olmayacak gibi görünmüştür. Ancak bunun da sürdürülebilirliği tartışmalı hale gelmiştir: 16 Nisan bu açıdan da önemlidir.
ve 16 Nisan itibarıyla Türkiye’nin siyasi ve idari sistemi değişti. Bunun belki de şöyle okunması uygundur: 15 yıldır siyasi iktidara sahip olan toplum kesimleri, sosyo ekonomik olarak hareketini arttırdı. Özellikle büyük şehirlerden çevreye, çevreden merkeze doğru farklı bir hareketlilik yaşanmaktadır. Özellikle ekonomi ve altyapı konusunda gerçekleştirilen atılımlar mevcut iktidara %50 seviyelerinde toplum desteğinin sürmesinde en önemli etkendir.
Rahmetli Turgut ÖZAL’ın “orta direk” olarak tanımladığı orta kesim, orta-üst sınıf haline dönüşerek toplumun her kesiminde var olmaya başlamıştır. Bu hareketliliğin sosyo ekonomik olduğu kadar, sosyo kültürel risk olarak algılanması da kaçınılmazdır. G20 zirvesinde ana temalardan birisi olarak dikkat çeken “birlikte büyüme” konusunda kapsayıcılık teması da refahın yaygınlaşmasını ifade etmektedir. Özellikle Merkez Bankası politikalarını hedef alan “düşük faiz” beklentisinin arkasındaki temel yatırımların gerçekleştirilebilirliğidir. Altyapı ile ortaya çıkan enerji, liman, havaalanı gibi cazibe merkezlerinin Türkiye için önemli fırsatlar sunacaktır.
16 Nisan bu anlamda ekonomisi IMF’ye, dış politikada ABD’ye, iç siyaseti de AB’ye bağlanmış bir yapının dönüşümü demektir. Sancılar bu yüzdendir. Gelişmeler kapsayıcı politikalar, refahı tabana yayan adalet, liyakat ve özgürlük temelli uygulamalarla meyvelerini verecektir.