Önce haberler geldi… Yangınlar, sıcaktandır dedik: otlar kurumuş, rüzgar da var… Zaten dünyanın her yerinde yangın var. Avustralya’yı geçen sene ibret ve dehşetle takip ettik: Yana yana tükenmedi. Çok uzun sürdü. Yangın zamanı, “Çok su içiyorlar.” su kaynaklarını tüketiyorlar gerekçesi ile yangından kurtulan develeri ve atları bile vurdular… Bu çevre katliamından canlı katliamına uzanan bencilliği, acı ile izledik.
Sibirya yangınları derseniz, öyle bir iklimde o bile devam ediyor. Şimdi ABD’den İtalya’ya, Sibirya’dan Sicilya’ya, Balkanlarda her yerde yangın… Yangın var ama Türkiye yangınlarda, özellikle yaz yangınları konusunda tedbirlidir. Her sene “içimiz yandı” diye diye haberlerini izleriz ama yine de böylesi ilk defa oluyor. Aynı anda pek çok yerde, pek çok noktada yangın var. Söndü derken bir daha başlıyor. Bu da normal değil.
Aydın – Muğla istikametinde ilerlerken, Kavaklıdere’ye her saptığımda arabamın dahi yol tutuşu değişir. Dağların arasında kıvrılıp giden yolda ilerlerken, ormanın bana kucağını açmış da bekliyormuş hissiyle, dalar giderim mis gibi çam kokulu ormanın derinliklerine… Uzun yıllar, yolu bir problemdi, hatırlarım. Dere yataklarından gidilen yollardan sonra ilk stabilize yollar otoban gibi gelmişti. Ormanın bitkilerinin ve çiçeklerinin yüzlercesinin karıştığı çam kokuları arasında, bugün kendine yakışır, daha nizami yollarla ulaşılan küçük bir ilçedir Kavaklıdere.
Kavaklıdere halkı da bütün orman köylerindekiler gibi doğal yangıncıdır. ilk fırsatta en önde yangına müdahale edeceklerdir. Lise ve üniversite yıllarında yaz tatillerinde Kavaklıdere’de her yaz, okullar açılana kadar “yangıncı” kadrosundan daimi “geçici işçi” olarak çalıştık. Çok yangına gittik, söndürme soğutma çalışmalarına katıldık. Çok yangınlar gördüm, amma velakin ben böylesine hiç şahit olmadım… Bu başka: Yangınlar bir felaket gibi devam ediyor, sönmüyor… Canlar gidiyor: İnsanlar ölüyor. Umutlar, hayaller emekler yok oluyor. Ağacıyla, kurduyla, kuşuyla, börtü böceğiyle adını bilmediğimiz nice endemik bitkileri, çiçekleri ve her tür canlısıyla yangın, önüne kattığı her şeyi yok ediyor.
İklimdendir!.. Nem yok ondan. Birkaç mangalcı alemcinin işidir. Yok canım! Tarla açmak için, otları yakayım derken… Gördüğünüz gibi “sabotaj” dışındaki bütün seçenekleri saydık, ancak ikna olmuyoruz. “Besleme, örgütlü kötücüller için de bir fırsat” doğmasın! Güneşin doğuşunun dahi sebebi hikmeti kendileri olarak görenlerin, selden kütük kaparcasına, bunu sahiplenmesini çok gördük. Şimdi tam zamanı… Bir taşla iki kuş vurmak peşindeler. İki de mesajları var:
Bütün seçeneklerle birlikte muhtemel şüpheli olarak PKK, 1990’lı yıllarda olduğu gibi hedeftedir. Bunun önlemini almak da devlete düşer. Türkiye yangına oldukça elverişlidir. Gerek Bakanlık, gerekse Orman Genel Müdürlüğü bu konuda rutin tedbirleri ile süreci yönetebilirler ama bugün yönetilmiyor. Yangın sıradan bir lokal olay olmanın ötesinde “sabotaj” ihtimalleri ile güçlenerek bir afete dönüşmektedir. Bunda kasıt var, kusur var…
Saha bilgileri ve istihbarat bu olayların önemli bir kısmını yakalar ve oradan çorap söküğü gibi devam edebilirdi. Yangın bu kadar da olmazdı.
Ekonomide “Artık tamam.” Toparlanma başlıyor, diyecekken… Tam da ihracatta 12 aylık dönemde 201 milyar dolar ile Türkiye Cumhuriyeti rekorunu da kırdığımız şu günlerde Akdeniz ve Ege Bölgesinde başlayan yangınlar, örtü altı ve tarla üretimini de olumsuz etkilemiştir. Haliyle üretimin yok olması demek, önümüzdeki dönem için artan fiyatlar anlamına gelmektedir. Çünkü tarlalar, seralar yok oldu. Bu yangın ortamında turizmden beklenen gelir de yeterli gelmeyecektir.
Yangınların rastlantısı olmaz. Hele aynı yerde üst üste hiç olmaz. PKK terörünün, yangın terörünü de fırsata çevirmeye çalıştığını göz ardı etmeyelim. Bu konuda pek çok raporda Yunanistan’daki kamplarda hem ideolojik olarak, hem de patlayıcı gibi teknik konularda eğitim gören teröristlerin, Türkiye’de özellikle turistik bölgelerde orman yangınları çıkarttığına dikkat çekilmiştir. Özellikle 1990’ların ortasında, turistik bölgelerde çıkartılan yangınlar bu özellikleri ile hep hatırdadır.
Sadece 1995’in ilk yarısında 950 hektar ormanlık alan PKK tarafından yakılmıştır. Derhal ilgili şehirlerde birer kriz masaları oluşturulup ilk olarak orman giriş-çıkışlar sınırlandırılmıştır. PKK’nin 1997’de bir gecede Antalya’da 650 hektar ormanlık alanı ve 200 hektar bahçeyi yaktığı bu raporlarda yer almaktadır. Manavgat o gün için de hedef alınmıştır. Belek’te de sabotaj girişimleri olmuştur. Şimdilerde aynı anda ve bu kadar noktada ve Türkiye’nin Güney bölgesini çepeçevre içine alan bir dizi yangınlar ki şaşkınlık ve endişe arasında “kasıt” hele ki “Örgütlü Kötülük”ün yeniden içindeki yok etme dürtüsü ile harekete geçtiğini göstermektedir.
Şimdilerde aynı anda ve bu kadar noktada ve Türkiye’nin Güney bölgesini çepeçevre içine alan bir dizi yangınlar ki şaşkınlık ve endişe arasında anlam verilememektedir. “Çevre Terörizmi ve PKK’nın Orman Sabotajları” isimli SETA Raporu, bu konuda hazırlanan en ayrıntılı çalışmalardan biridir.
Türkiye’de iktidarlar, cari açığın finansmanında “turizmi önemli bir girdi” olarak görmektedir. Turizm, bu yanıyla iktidarın elini rahatlatan bir kaynaktır. Aynı zamanda, ülkeyi ekonomi üzerinden bloke etmek isteyenlerin hedefi durumundadır. Sıklıkla turistlerin tatil için Türkiye’yi tercih etmemeleri çağrısında bulunan örgüt, bu sabotaj yangınları ile tehdidini arttırarak sürdürmektedir.
Mutfak ve tencereyi en çok etkileyen sebze meyve merkezi de olan Ege ve Akdeniz’i vuran bu yangınlardan “kaos beklentisi” devam etmektedir. Sırada hayat pahalılığında/enflasyonda hissedilir artışlar yaşatmak vardır. Halkı galeyana getirecek adımlar, Covid19 kapanması ile başladı. Sonrasında bu bio-politik kontrollerin yeni aracı, “mutfakta yangın” olacaktır. Hayat pahalılığına önemli bir gerekçe, yangında yok olan tarla ve seralardır. Büyük sınav asıl şimdi: Dayanışma ve yaraları sarmak vaktidir..