Okulun ilk haftasıdır. Annesinin ne iş yaptığını soran öğretmenine Ali, “Çamaşır yıkıyor, bulaşık yıkıyor, kardeşim var “bebe” ona bakıyor; evi temizliyor, yemek yapıyor, dedeme bakıyor…” der. Öğretmen şaşkındır. Beklediği, duymak istediği cevap bu olmasa da bunların hepsi de birer “iştir.” Gözle “görülmeyen, bilinmeyen” işten sayılmayan ama gece gündüz çalışıldığı halde “çalışmak denmeyen,” adına “ev hanımlığı” denilen, ücretsiz ev işçiliği konusu vardır. Tarımda çalışan ücretsiz aile işçiliği… Şu ev hanımlığı konusu da sanki halayıklar, hizmetliler; bir eli yağda öteki baldaymış gibi anlatılmaz mı?
Mart ayı her ne kadar “vergi” ayı olarak kutlansa da ilk haftasında yer alan “8 Mart” dünya kadınları için özel ve önemli bir gündür. Bu hafta kadınlarımıza dair bir dizi çalışma ve raporların da açıklandığı, özellikle “indirimler” ile gönüllerinin alındığı, bir dönem olması itibariyle dikkat çekicidir. Mazisi eski, yüz yılı aşkın süredir kutlanıyor. Emekçi Kadınlar Günü dense de yurdumun vefakar ve çilekeş insanları, hakikaten “emek ve emekçilik” üstüne destan yazabilir. Başta çalışan kadın temelli kutlamalar esas da biraz sınırlar zorlanıyor sanki. Bu günle ilgili kutlamanın ötesinde etkinliklere bakıldığında, pek çok ülkede de ekonomik hayata katılım, pozitif ayırımcılık, fırsatlar sunulması, eğitim hakkı ve kazanımlar, sağlıklı bir ömür sürme, siyaset alanındaki durumlarına ilişkin; farklı kişi ve gruplarca raporlar, çalışmalar ve yazı-çizi işi yürütülmektedir.
Sayılanlarda kadın olmak
Ülkemizde TÜİK temel göstergelerine göre, aktif nüfus denilen 15-64 yaş aralığındaki 61 milyon kişinin, hemen hemen yarısı (30,8 milyon) kadınlardan oluşmaktadır. Bunların üçte biri (10,5 milyon) iş hayatındadır, çalışmaktadır. 20 milyon kadın “çalışmıyor” olarak görülmektedir. Çalışan her dört kadından birisi de tarımda çalışmaktadır. Her üç kadından ikisi işgücüne katılmamaktadır. İstihdam edilenler ve işsizlik rakamlarına göre kadın nüfusta %15 işsiz yer almaktadır. Aslında bu hesaplar ve sayma işlemleri başka yöntemle sayılsa, kadınların çalışkanlık ve üretime katkısı daha fazla görülecektir. Ancak “işsizlik” rakamlarının üzerinde yer alan kadın nüfus sayısı dikkat çekicidir. Buna göre Türkiye ortalamasına nazaran kadınlar daha fazla işsizdir.
Okuma yazma bilmeyen veya bilse de okul bitirmemiş her üç kadından birisi çalışmaktadır. İlkokul ve ilköğretim mezunlarında bu oran korunmakla birlikte, lise mezunu kadınlar içerisinde her dört kişiden biri çalışmaktadır. Yüksek öğretim mezunu kadınlar ise istihdam konusunda fazlasıyla girişkendir. Her üniversite mezunu üç kadından ikisi çalışmaktadır. Bu da yüksek öğretimin, istihdam konusunda imkan ve fırsatlarını arttırdığına ilişkin görüşü desteklemektedir.
Bundan sonrasında ise Dünya Bankasının Girişimcilik Araştırması sonuçlarına bakalım. Türkiye’de kadınların sahip olduğu şirket sayısı %25’tir. Her dört işletmenin bir tanesi kadınların sahipliğindedir. Şirket yönetim kademelerinde bulunan kadınlar %5,5’tir.
Dünya Bankası, Dünya Ekonomik Forumu, Bağımsız Cinsiyet Eşitsizliği araştırması yapan kuruluşlar da bunun sebeplerini yazıp çiziyorlar, anlatıyorlar. Ancak uzun süredir bu durum Türkiye özelinde böyle devam etmektedir. Konuyu açıklamaya dair genel değerlendirmeler şu şekildedir:
Toplumsal hayat var olan, var olmasını bilen; içinde yaşanan topluma katkıda bulunan, değer katan bir zihniyetle güzelleşir. Çalışma süreleri çalışanlara göre düzenlenebilir. Öbek öbek olumsuzluklara karşı yine de üretmek, kendini ifade etmek, paylaşmak hayatın renkleridir.
Nazım Hikmet’in kendi yaşadığı zamanı aktardığı, o şiirinde geçen kadınları da saygıyla anıyoruz. Toplum hem sosyal hem de ekonomik olarak dönüşüyor. Bugünkü toplum kadın ve erkeklerle birlikte, “ikinin gücüyle” inşa edilecektir:
“…
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen…”