Yaşanan bu menfur ve meş’um darbe girişiminin sadece yurt içinden gerçekleştirilmek istenen bir kalkışma hareketi olma ihtimali yoktur. Dış müdahalenin varlığı da gösteriyor ki bu darbe girişiminin temel gerekçesi Türkiye’nin kendine biçilen rolün “dışına çıkma” eğilimidir. Bu tür müdahalelerin aktörü uzun yıllar ABD ve İngiltere olarak görülmekle birlikte söz konusu ülke Türkiye olduğu zaman, “hedef ülke” olması sebebiyle genel bir “konjonktürel ayar verme” konusundan söz edilebilir. Önce komşularıyla “sıfır sorun” sonrasında ise “dostlarını arttırıp, düşmanlarını azaltan” bir Türkiye çizgisi, özellikle ABD tarafından istenen bir durum değildir. İstenen, ekonomik ve sosyal anlamda geri ve Batı dünyasının desteğine muhtaç bir Türkiye pozisyonudur. Bu da uzunca bir süredir Türkiye’de, mevcut iktidarların arzu ettiği bir şey değildir.
Sıfır sorun derken önce Irak, sonra Suriye konusunda denklem dışı kalan bir Türkiye oluşmuştur. İran’ın nükleer araştırmaları söz konusu olduğunda yaptırımlardan önce Türkiye’nin çabaları ortadadır. Rusya ile nükleer santral projesi ve Türk Akımı göz kamaştırıcı bir geleceğe dikkat çekerken; normalleşen İsrail ile ilişkiler Batı tarafından istenen bir durum olarak görülmemiştir. Yeni hükumetler, İsrail ve Rusya problemlerini kısa sürede çözerek ABD stratejisini boşa çıkarabilecek büyük bir hamle yapmışlardır.
Stratejist Oğuzhan ERGUN da bu konuya dikkat çekerek “Tarihte de ABD darbelerinin Rusya ile yakınlaşma sonrasında geldiğini ve sırf İskenderun ve Seydişehir Demir-Çelik fabrikalarının Ruslara yaptırılmasından sonra muhtıraların verildiği de unutulmamalıdır. 1960 ihtilalinin bu anlamda Rusya randevusu öncesi gerçekleşmesi manidardır. Stratejide en arzu edilmeyen ittifak, en kuvvetli ile yapılandır, çünkü kuvvetsiz olan en kuvvetlinin stratejisine hizmet eder. Birkaç yıl öncesine kadar Türkiye’nin durumu budur, ABD’nin izin verdiği kadar milli politika izlenebilmiştir.” demektedir.
Patriotların çekilmesi olayını hatırlayalım. Alman basını, Suriye’den olası bir füze saldırısına karşılık; NATO’nun 2013’te Türkiye’ye yerleştirdiği Patriotları, geri çekme kararı aldığı bir sene önce çok konuşuldu. Acaba sadece hedef Suriye mi idi? Rusya ile karşı karşıya gelmemek için mi patriotlar geri çekilmişti? Bir gerçek, Rusya Türkiye’den güçlüdür ancak sınır ötesi aksiyonlar, güvenilir strateji ve ortaklar gerektirir. Rusya’nın bölgedeki politikalarını boşa çıkartabilecek ya da hızla gerçekleşmesini sağlayabilecek de tek ülke vardır: Türkiye… Ancak bu yakınlaşma ABD için kabul edilebilir değildir ve hemen NATO üzerinden bir tepki görmüştür. İsrail’in de bu ittifaka sıcak bakması problemi büyütmüştür. İsrail tarihinde ilk kez İsrail gazı sayesinde ekonomik olarak daha bağımsız hareket etme şansı yakalamıştır. Bu gazı batıya ulaştırmada en hızlı, ekonomik ve en etkin tek yol Türkiye’dir ve İsrail yakınlaşmasının nedenlerinden bir tanesi budur. O halde ABD açısından ortakların birbirine düşmesi, hatta kendi iç sorunlarına yönelmesi tercih sebebi olmuştur. Bu konuda en zayıf halka yine Türkiye’dir.
İkinci neden ise ABD –İran yakınlaşmasıdır. IŞID ve diğer Sünni radikal unsurlara karşı kara gücü kullanmak istemeyen ABD’nin yardımına İran ve Kürt gruplar yetişmiş ve ABD – İran – Kürt ittifakı oluşmuştur.
ABD düşünce kuruluşlarında uzun zamandır ABD’nin düşmanı Şii İslamı değil evrenselliği nedeniyle Sünni İslam olduğu görüşleri tartışılmaktadır. ABD, Afganistan’dan Bosna’ya, Afrika’dan Irak’a hatta Suudi Arabistan’a kadar Sünni İslam’la savaştığı bir gerçektir. İran ile ilgili dosyaların rafa kaldırılması sonrasında ABD, Irak ve Suriye’de İran’la ortak hareket etmeye başlamıştır. Bu ise İran’ın Suriye’ye yerleşmesi, İsrail için önemli bir tehdidin kapısına dayanmasına yol açmıştır. Saflar belli olmuştur: Rusya – Türkiye – İsrail ittifakına karşı ABD – İran – Kürt (PKK, PYD) ittifakı.
ABD bu yeni oyun kurulumundan memnun olmamıştır. Bu defa Türkiye’nin en önemli iki unsuru, Liderlik ve TSK’yı hedef alan 15 Temmuz senaryosunu ortaya koymuştur. Bu olaydan Liderlik güçlenerek çıkmış ancak TSK kan kaybetmektedir. Liderlik böyle bir bölgede silahlı gücü olmaksızın var olmayacağının bilincindedir. Buna göre ülke yönetiminin yeni stratejisinde, TSK, Güvenlik ve dış İşlerine ilişkin yapısal değişikliklere odaklanması hayati önemdedir. Askeri ve güvenlikçi politikalar daha da öne çıkacaktır.