Doğrudan Saldırının Hedefi Olmak
17 Ocak 2017
Bizim de Milyonerlerimiz Var
21 Ocak 2017

Gelir Ne ki Tasarruf Olsun!

Önce Gezi olayları, ardından 17/25 Aralık süreci derken, ülke kırılganlıkları hem risk hem de ekonominin tansiyonunu yükseltti. Ekonominin faiz baskısı, dövizin yükselen ateşi, envai çeşit, değişime dünden hazır “değişken”i harekete geçirdi. Kur, faiz derken hafızalarımız bizi birkaç yıl öncesine götürdü.

2014 yılıydı. Merkez Bankası tarihi bir karar aldı: 29 Ocak saat 00.00’da politika faizini %4,5’ten %10’a yükseltti.  Bu artış, bütün dengeleri sarsan ve uzun zamandan sonra ilk defa “faiz kalkanı”nın bu kadar net ve güçlü bir şekilde kullanıldığı bir operasyondur. Sonrasında dünyada faiz oranlarında sert tepkiler görülmeye başlandı. Mesela Rusya Merkez Bankası da sene sonunda %10,25 olan faiz oranını %17’ye yükseltmiştir.

Şimdi Türkiye’de, kısaca bugünlere gelişin hikayesine bakalım. Malum ihracat yetersiz. İthalat artmış; sonuç 2013’te 100 milyar dolar dış ticaret açığı verilmiştir. Bunun sürdürülebilir yanı yok. Yani Türkiye, sürekli döviz girişine muhtaç bir ülke haline gelmiş. Bu dış ticaret dengesi için en önemli sebep olarak hep “enerji, otomotiv, elektronikler, sigara-alkol, hatta cep telefonu ve tıbbi ürünler sayılıverir. İthal ürünler yerine yerli sanayi üretiminin teşvik edilmesi konusunda, dönem dönem Acil Eylem Planları gibi pek çok önlem gündeme gelmiştir. Ancak sadece tek bir gündeme odaklanamayan bir ülke olarak, bunlar sürdürülebilir olmamış ve kalıcı sonuçlar alınamamıştır.

Üretim için kaynakları harekete geçirmek şarttır. İç tasarrufların yetersizliği yatırımlar için de yabancı kaynak girişini zorunlu kılmaktadır. Yabancı kaynaklar bir yandan üretim diğer yandan tüketim için zaruri olmuştur.  Dolayısıyla döviz açığı oluşunca, başkasının parasına muhtaç olmanın kötü yanı, faizi/fiyatı/maliyeti onların belirliyor olmasıdır. Nihayetinde Altını olan kuralı koyuyor. İhtiyaç duyulan bu döviz akışının düzenli ve sürekli olması için, dış yatırımcının çekilebilmesi için hem hukuki hem de psikolojik şartlar gereklidir. Ya da ülkenin dövize muhtaç olmasının önüne geçilecektir. Onun için temel mesele ya ithal ürün tüketilmeyecek, ya da ithal ürün yerine yerlisi talep edilir olacak.  Bu da tüketici talepleri ile yakından ilgilidir ki Türk halkına pek uyan bir durum değildir.

Yeniden ihracatımızın yetersiz oluşuna gelecek olursak; ihracat için üretim gerekli; üretim için yatırım ve yatırım için de para lazım. Buraya gelince durmak zorunda kalıyoruz. Para dediğimiz şey özkaynaklarla oluşturulamıyor ve  yurt içinden temin edilemiyorsa, tasarruflar yetmiyor demektir ve ülke içi kaynaklar bu yatırımları karşılayamamaktadır. Üstelik yurt içinden temin edilemeyen kaynaklar için  “başkalarının paralarına, birikimlerine muhtaç durumda bir ülke” olduğumuz anlamına gelmektedir.

Ülke içi “yatırımlar” için kaynak temin etmenin yolu tasarruflardır. Ülke içi tasarruflar ne kadar fazla olursa yatırımlara da o denli kaynak temin etmenin yolu kolaylaşır. Yatırım için tasarruf gerekli. Merkez Bankası yukarıda bahsi geçen faiz arttırım kararını alana kadar tasarrufların milli gelire oranının, %11-13 arasında olduğu bilinmekteydi. Ülke olarak gereken kalkınma düzeyini yakalayabilmemiz için olması gereken yatırımın milli gelire oranı %20 seviyelerinde olmalı ki yerli kaynaklarla beklediğimiz kalkınma hamlesini gerçekleştirebilelim. Aradaki bu 7-8 puanlık açık hep dışarıdan ülkemize döviz girişi için zorunlu olarak temin edilmesi gereken kaynak anlamına gelmektedir. Döviz girişinde sıkıntı yaşandığında, döviz çekmenin yolları aranmaktadır. Ekonomi için “döviz yok” ifadesinin maliyeti çok yüksektir.

Bu yüzden zaman zaman bu tasarrufları arttırmanın yolları araştırılır. Yine fiyat istikrarından sorumlu bir kurum olarak da Merkez Bankası bu konuda 3 yıl önce bir araştırma yapar. Araştırma sonucunda elde edilen bulgular, hanehalkının tasarruf oranlarının 2010 yılından 2025 yılına kadar olan dönemde 3,6 puan artacağı yönündedir. 2025 – 2050 aralığında ise tasarrufların 7,61 puan artması beklenmektedir. Bu hesapla konunun başında belirtilen %20’lik tasarruf miktarı yakalanmış olacaktır. Bu araştırma yapılırken gözlemlenen verilerde eğitimin, nüfusun yaşlanmasının, finansal okur yazarlığın ve işgücüne katılımın artmasının etkisi görülmüştür. Tasarruf sözkonusu olunca gelir seviyesini de ihmal etmeyelim. Ama şimdilik, gelirin kıymetin bilir olmak doğru bir yöntemdir.

Loading

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.