“Oturduğun yerden yazmak kolay” söylemlerine inat bugün bu konuyu yazmak istedim. Türkiye’de işsizlik konuşulunca politika yapıcı olarak devletin, iş üretememe nedeniyle suçlamadan büyük pay aldığına getirip söz bitirilir. Eleştirmek istediğim söylem bellidir: Devlet iş verme ve iş gösterme konusunda öncü olmalıdır. Devlet iş üretemiyorsa işsiz yüksek öğretim mezunları üretmemek adına yüksek öğretim kurumu, açmamalıdır. Nokta. Burası sözün bittiği yerdir.
Her şeye rağmen iş arayanlara iş bulmada Türkiye benzeri az bulunur bir ülke durumunda. Rakamlar şöyle;
2013 Ağustos ayından 2014 Ağustos ayına 15 yaş üstü nüfus artışı 979 bin
15 yaş üstü nüfus 57 milyon. 2013’ten bugüne 15 yaş üstü 57 milyonun 27,5 milyonu çalışmak istiyor. Çalışmaya hazır, iş bulsa hemen çalışacak nüfus sayısı bir yılda 1 milyon 720 bin arttı.
Bu rakamlarda Suriyeli komşularımızı ihmal etmeyelim. Onlar da bu sayımlarda işsiz olarak işaretlendi. Ancak sığınmacı oranının yüksek olmadığını düşünüyorum
Geçen yıldan bugüne 1 milyon 720 bin işsizin 1 milyon 258 bini iş bulabildi. 462bin işsiz. Böylece işsiz sayısında 462 bin artış oluştu. Ve işsizler 2 milyon 944 bine yükseldi.
İmalat sanayiinde 161bin kişi iş bulunca, sanayide çalışan sayısı 5 milyon 257 bin oldu. Toplam çalışanların % 20’si sanayi sektöründe çalışıyor. Sanayinin istihdam düzeyine baktığımızda bizim konumumuzdaki ülke açısından yetersiz. Çalışanlar daha ziyade hizmetlere gidiyor ki o alan da %50 düzeyinin üstünde.
Evet işsizlik oranlarımız %10’a dayandı. Dünyada bu oranın makul düzeyi 2008 krizi öncesi en fazla %6’lar olarak değerlendirilirken şimdi yeni denge ya da yeni makul oran olarak %10 düzeyini konuşmaya başladık. Yunanistan ve İspanya’nın işsizlik düzeyleri %25, %40 gibi rakamlarla göz kamaştırmaya başlayınca bizimkiler göze görünmez oldu.
Ama bir gerçek var gençlerde işsizlik oranı %18,9. Ama sosyal medyada hergün yeni bir hashtag ile “işsiz ziraat mühendisleri, işsiz İİBF mezunları, işsiz Gıda mühendisleri” atanmayı bekliyor trend topic olmaya başladı.
Bu arada bir kanuni düzenleme üzerinde de çalışılıyor: Türkiye’de öğrenim gören üniversite öğrencilerinin çalışma saatleri ile ilgili tasarı. Kabaca birkaç satır başından aktarayım, sosyal güvenlikleri, haftada 24 saati geçmeyen çalışma süreleri ve ücret ile ilgili düzenlemeleri gündemde. 60bin kadar olduğu düşünülen yabancı öğrenciler için gerekli görülen bu düzenleme bizim Türk ailelerine de bir fikir vermeli.
Bir yanda çocuğunun her türlü ihtiyacını karşılayarak ona iyilik yaptığını ve bunu “paraysa para” mottosuyla çözen aileler; diğer yanda 18-20 yaşlarında başka bir ülkede kendilerine güveni sağlayıp iş bulmaya çalışan yabancı öğrenciler. Bu çocuklara, iş, işyeri, para, evrak emanet edilerek öz-güven ve iş yapma becerileri artıyor. Eksiklerini görüyor ve okul sürecinde bunları da tamamlayabiliyor. Çok mütevazi ücretlerle başladıkları hayatta onların ölçeği bir daha o sınır olmuyor. Daha üst ücret düzeyleriyle iş teklifleri alıyor ve veriyor. Bizim çocuklarımız, canımızdan aziz saydığımız yavrularımız bu gerçeği okul bittikten 2 sene sonra farkederse iyidir. Yaşı 25’e gelmiştir. Çünkü o zamana kadar olan talebi kariyer bir meslek, tatminkar bir ücret ve masabaşıdır… 25’inde bunu farkettiğinde eksikleriyle farkına varmaktadır. Bundan sonra yabancılar için 18-20 yaş aralığında gerçekleşen süreç onlar için yeni başlamıştır. Erkekler için askerlik, kızlar için hayırlı bir kısmet kapıdadır. Yaş 30 kıyılarına yaklaştığında tercihler ve ücretler mütevazileşmiştir.
Work & Travel ile yabancı ülkelere gönderdiğimiz, tuvalet temizliği, çiftlik işi, balıkçılık dahil $5-6 ücretle çalışan çocuklarımız neden kendi ülkelerinde çalışmayı tercih etmez? Bizim çocuklarımız gerçekleri gördüğünde “değerli yalnızlık”larıyla köşelerine çekilmiş ve küsmüşlerdir. Kamu kesimi şu anda üniversite mezunu 400bin işsizi muhtelif mühendis 250bin kişiyi, diğer sosyal alanlardaki 500bin kişiyi istihdam edemez. Diğerlerini saymıyorum…
İş bulan değil, iş kuran gençlerle yürüyebiliriz…