Üniversiteler yeni dönem rektörlerini seçiyor. Bu dönem 30 Ekim 2014 tarihi itibariyle tamamlanan 14 üniversiteden sonra, 20 Kasımda gerçekleştirilecek 7 üniversiteyle birlikte devam edecek ve yaklaşık 6 ay içerisinde üniversitelerin büyük çoğunluğunda “yeni rektörler” işbaşı yapmış olacak. Üniversitelerde rektör atamaları nihayetinde sayın Cumhurbaşkanının onayı ile gerçekleştiği için; üniversitelerde yapılan seçimler eğilim belirleme, YÖK’te üç adaya indirme ise yüksek öğretim stratejileri, üniversiteler ve ülke vizyonunun paylaşılması olarak gerçekleşmekte ve nihai tercih Cumhurbaşkanına bırakılmaktadır.
Rektörlerin bu tarz seçimi yıllardan beri hem Cumhurbaşkanları hem de konunun taraflarınca eleştirilmektedir. Ancak değişmeyen durum son kararın Cumhurbaşkanlarına bırakılmasıdır. Bazen “sadece bir oy alan” rektör adaylarının atandığı, hatta YÖK tarafından listeye konulmayan rektör adayı listesinin sayın cumhurbaşkanı tarafından iade edildiği ve liste değiştirildikten sonra atamanın gerçekleştiği dönemlerden de geçilmiştir. Yıllarca, süreçten memnun olanın yönetimdekiler olduğu gerçeği değişmemiştir.
Yönetim bilimciler yönetimi, “kaynakların yönetimi” olarak görür. Üniversiteler ciddi anlamda bu görüşe yatkın kurumlardır. Hem insan, üstelik yetişmiş insangücü, hem fiziki kapasite hem de kurumsal kapasitenin planlanıp organize edildiği yerler üniversitelerdir. Bu yüzden ülkenin aydınlık yüzünü temsil eden kurumların tarzlarıyla, yaklaşımlarıyla ve uygulamalarıyla farklılık oluşturması beklenir. Yönetimdekilerin de herşeyi yapması elbette mümkün değildir. Sınırlı imkanlar her yerde mevcuttur. Ancak üniversitelerde nitelikli üretim için “iklim” önemlidir. Tabiatta bile böyle değil midir? Bazen bir rüzgar poyraz, bazen yağmur, sel olursa; hele ki kavurucu güneş fidelerin hayat hakkına kast ederse, bütün herşey bozulur.
Üniversiteler de böyledir. Bilimsel alan, bilimin hegomonyasını ister. Eş-dost-akraba hatta “klan” ilişkileri sevilmez. Yıllardır çapraz ve çapraşık ilişkiler büyük bir haksızlık olarak itham edilip, kızgınlık ve kırgınlıkla anılmaktadır. Yeteneğin yakınlığa, bilginin selama ve dahası beceriksizliğe, tarafgirliğe kurban edildiği yerler de ne yazık ki üniversitelerdir. Bu yüzden üniversitenin sorumluluğu, inisiyatifi ele almasıdır: Önce seçimini yapması, anlatması ve anlaşılması bu açıdan önemlidir. Çorak ve kurak iklimlerde ot bile bitmez!… Bu yüzden öncelik bu iklimin tesis edilmesi yönündedir. Akademik önceliklerin, liyakatin ve üretmenin kaygısı üniversitelerde listenin en üstünde yer almalıdır.
Rektörler en fazla iki dönem için seçilmektedir. Akademik tecrübem henüz daha, “gelin şu işi tadında bırakalım” diyen bir rektör ile tanıştırmadı beni. İnanıyorum ki bu hak üç olsaydı, mevcut rektör üç döneme de talip olurdu. Yönetimin ve iktidarın ebediyete kadar sürmesi muhaldir. Gerçek olan “güç zehirlenmesi”dir. Bu yüzden güç talebi ya da mevcut gücü koruma hassasiyeti yüzünden seçim dönemleri, üniversitelerde yeni bir takım rahatsızlıkların kapısını aralamaktadır. Hoca için taraf olmak ve seçmemek karşı taraf için seçilmemek, beğenilmemek ve tercih edilmemek olarak addedilmektedir. Rahmetli Osman Bölükbaşı’nın sitemi bu durumu yansıtmakta “evinsiz kalabalıklar” dediği seçmenlerine, seçimde kendisine oy vermedikleri için kırgınlığını göstermektedir.
Seçimden sonra üniversitesini terk eden çok rektörler gördük. Kimilerinin kurucu rektör; kimilerinin de iki dönem rektörlük yapmış olmasına rağmen; bugün o her taşını büyük bir hassasiyetle döşeyenlerin; kurdukları üniversitenin kapısından adım dahi atamayışına şahit olduk. İktidar geçicidir. Güç geçici… kalıcı olan “hoş sada”lardır. Kendi üniversitesinde kalabilenlerin en dikkat çekici örneği ODTÜ rektörü Prof.Dr. Ural AKBULUT’tur. Kısa adı URAP olan bir merkez kuran dönemin rektörü, URAP için, “bu bir Ural Akbulut Projesidir” demektedir. Bu merkez üniversite sıralamaları alanında çalışmaktadır.
Seçimler konusunda yeni yaygın kanı ise “rektörlük seçimlerinin gelişmiş ülkelerdeki gibi atama sistemiyle gerçekleşmesi ve halkın temsilcilerine daha fazla söz hakkı verilmesi yönünde uygulamalardır.” Burada elbette çıkar çakışması ya da çatışmasının olduğu ve seçim dönemi kampanyalarının yıkıcı etkilerine dikkat çekilmektedir. ABD örneği bu şekildedir. Bizde ise akademik özerklik gerekçesiyle atamaya karşı çıkılıyor. Oysa akademik özerklikten, akademik özgürlüğü korumak anlaşılmalı. Özerklik özgürlükleri kısıtlamak haline dönüşmemeli. ABD, İngiltere, Hollanda, Norveç, İsveç gibi ülkeler rektörlerini atıyor. Bizde de seçilmişler aracılığıyla, üniversite yöneticilerimizi belirleme yöntemi, belki biraz daha geniş ortak akıl toplantılarıyla yapılabilir.
Mevcut YÖK ve rektörlük sisteminin doğurduğu yapı tek kelimeyle seçimle gelen ya da bir şekilde atanan “despot” modelidir. Yıllardır YÖK Kanunu’na ilişkin değişiklikler görüşülür: dokunan gider… Yeni hükümetin önünde duran en önemli konulardan biri Türkiye’deki yükseköğretim sistemidir. Yeni Türkiye söyleminin inandırıcılığı, bu tür cesur ve köklü hamlelerle kendini gösterebilir.
Kazananın gazozları ısmarladığı gelenekten gelen, bugünkü rektörlük seçim sürecini yaşayan bu nesil, yeni ayrışmalara ve kırgınlıklara izin vermemelidir. Kendi üniversitem, İzmir Katip Çelebi Üniversitesinde de 20 Kasım Perşembe günü seçim şölenimiz var, “gazozları hep birlikte içelim istiyoruz!”. Başarı başarıyı getirir. Bu sürecin umut dolu yeni bir güne kapı aralamasını arzu ediyorum.
Unutulmamalıdır ki;
Seçim dışı aktörlerle gelen, seçim dışı aktörlerle gönderilir…