1980’lerden itibaren güvenlik sorunları her 10 yılda bir farklılaştı; farklı algılandı ve çözümleri de buna göre farklılık arzetti. Çözülmedi belki ama problemler yapı değiştirdi. Çözümler işlevsizleşti. 10 yıl süren Rusların Afganistan’ı İşgali (1979), İran’da Humeyni’nin yönetimi ele geçirmesi (1979), Irak-İran Savaşı (1979-1988), 21 farklı ülkenin 38 kentinde gerçekleşen ASALA terör eylemleri (1975-1985), İtalya Başbakanının öldürülmesi, Kızıl Tugaylar (1978), İsveç Başbakanı Olof Palmenin Öldürülmesi (1976), Tamil Kaplanlarının kuruluşu (1976)’nun yanısıra devam eden bölgesel sorunlar: Balkanlar özellikle Bosna’da soykırım (1992-1995), Ortadoğu, Ruanda, Somali, Yemen vs. Elbette son olarak bildiğimiz Irak’tan Suriye’ye Ortadoğu coğrafyasının yapısı, Türkiye’de de 1980’lerin ortasından itibaren baş gösteren PKK sorunu, güvenlikçi politikaları etkileyen, 40 yıllık dönemin önemli olayları arasındadır.
Güvenlik esaslı yaklaşımlardan, güvenliği öteleyen yaklaşımlara doğru geçiş, bir tür soğuk savaşın da “dönüşmesi” sonucudur. Tek kutuplu dünya ve dönemin SSCB’sinin super güç olarak kendi iç sorunlarına dalması ve küresel bir savaş ihtimalinin de azalması sonucunu doğurmuştur. Çok geçmemiş ve SSCB’nin dağılma süreci başlamış, haliyle ortaya çıkan yeni ülkeler dahil dış ilişkiler ve ulusal güvenlik konularında önemli değişiklikler oluşmuştur. “Artık güvenlik ve silahlanma ile ilgili harcamalar azaltılmalı” fikri yerleşmeye başlamıştır.
11 Eylül 2001 Güvenlikçi politika karşıtları için bir dönüm noktasıdır. Adeta savundukları güvenlik karşıtı fikirler bir anda erimiş gitmiştir. Dönemin gidişatı da o yönde idi: 1980‟lerde başlayıp, 1990’lar ile hızlanan bu süreç ülkelerin sıcak çatışma ortamı yerine “etnik sorunlar, ekonomik güvenlik, toplu göç ve kaçakçılığın önlenmesi, insan ticareti, uyuşturucu ve çevrenin korunması” gibi sorunlara daha fazla odaklandığı bir dönemdir. Haliyle bu dönem yeni araçların geliştirilmesi, donanım ve insan kaynağı olarak da farklılaşmayı zorunlu kılmıştır. 2000’ler söz konusu olduğunda, yıl sonundan itibaren ABD seçim kampanyalarının vaad listelerine değinmemek olmaz. G.W.Bush (2001) ve Al Gore arasında çekişmeli geçen seçim yarışının gündemi, önceki dönemlerden alışık olunduğu şekilde, “daha fazla güvenlik” üzerine kurgulanmamıştı. Daha az kamu harcaması, daha fazla sosyal haklar ve uygulamalar bu dönemin başat seçim vaatleri arasındadır.
Bu dönem bireyin güvenliğinin esas alındığı bir dönemdir. Devlet güvenliği, sınır ihlalleri ile iç ve dış tehditler bir sorun olmaktan çıkmış; güvenlik konusu, bireyle ilgili alanları önceleyen bir yapıya bürünmüştür. Ekonomik refahın geliştirilmesi ve önündeki engellerin ortadan kaldırılması, sürdürülebilir çevre kaygısı, her tür kimlikler, siyasi haklar askeri mevzulardan daha çok tartışılır olmuştur. Sınır güvenliği konusunun salt fiziki olarak algılanmamaya başladığı bu yeni dönem, ülkelerin birbirlerine meydan okuyarak üstünlük sağlamaya çalışmasının ötesine geçmiştir. Ekonomik refah, demokrasi ve hukukun üstünlüğü, temiz çevre, erişilebilir su konusu dahi toplumlar için değerli görülmeye başlanmıştır. Bu yüzden İnsani Gelişmişlik Endekslerinde üst sıralarda yer almak, kalkınma sorununu çözmek ve tercih edilen, varış ülkesi haline gelmek önem kazanmıştır.
Güvenlik ilk insandan bugüne ihtiyaçlar sıralamasında birinci sıradadır. Devletler için de varlığını tehdit konusu, önceliklenen bir husus olarak, güvenliğin temel gerekçesini “beka” oluşturmaktadır. Güvenlik kavramının kalbinde hâlâ “savunma” ve “devlet” vardır. Güvenlik konusunda askeri terminolojinin azalmasını, her zaman bir ilerleme olarak düşünmemek gerekmektedir. En büyük sorun güvenlik gündeminin genişleme sınırlarının belirlenmesidir. Çözümsüz herşeyin çözümünü askeri yöntemlere havale etmek, yükselen bir trend olmakla birlikte, pek de arzu edilir değildir.
Güvenlik konusu devletlerin varlığını tehdit eder bir hal aldığında mesele olur. Yoksa ülkenin kara para aklama ve kayıt dışı paranın merkezi olması; uyuşturucu, fuhuş, kumar, insan ticareti gibi kaynaklardan gelir elde etmesi belirli ölçüde kabul edilebilirdir. Bu durumda devletin meşruiyeti değil, işlemlerinin meşruiyeti sorgulanmaktadır. Gayr-ı meşru işleri olan devlet ile gayr-ı meşru devlet bu yüzden ayrıştırılmalıdır.
Güvenlikçi yaklaşımı esas alan durumlarda karar alma süreci önemlidir. Bu durum demokratik toplumlarda siyasi iradenin tercihleri ve toplumsal talepler ile gelişir. Kullanılan dil ve kavramlara yüklenen manaların ortak olması beklenir. Zaman kaybı olarak görülüp aceleye getirilen ya da zaman kazanmak adına zamana yayılan sürecin ardından, daha büyük bir sorunlar yumağı ile karşılaşma ihtimali de bulunmaktadır. Terörle mücadele gibi yoğun güvenlik ortamı gerektiren uygulamalara katılan personelin “koruma” altına alınması bu anlamda önemlidir.