AB aday ülkelerin üyelik süreçleri ve gelişmelerle ilgili düzenli raporlar hazırlamaktadır. Türkiye ile ilgili 2017’de rapor vermeyen Avrupa Komisyonu, 2018 raporunu iki yıllık değerlendirmeleri içerecek şekilde hazırlamıştır. AB ile görüşmelerde açılan fasıllar ve bunlarla ilgili süreçlerin yönetilmesiyle etkin bir şekilde yürümektedir. Her açılan fasıl AB ile ilgili sürecin olumlu yürüdüğünün bir göstergesidir. sonrasında yeni fasıllar açılırken zaman zaman üye ülkelerin ya da herhangi birinin tek taraflı blokajı ile ilerlemelere ket vurulabilmektedir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) engellemeleri bunun en belirgin örneklerindendir.
Son ilerleme raporunda da nisbeten bazı ön yargıları görmek mümkündür. “Türkiye’nin insan hakları ve hukuk devleti alanlarında dev adımlarla AB’den uzaklaşmaya devam ettiği” ifadesi abartılı bir ifade olarak raporda yer almaktadır. Raporda, PKK ve türevleri terör örgütü olarak tanımlanırken; 15 Temmuz’un zanlısı olarak görülen “Gülen Hareketi” için dağıtılmak istenmektedir.” ibaresi yer almaktadır. 15 Temmuz ve her türlü darbe girişimi de en şiddetli şekilde kınanmaktadır. Takdir edilen bir husus olarak “mültecilere insanca davranış ve onlara gerekli ortamın sağlanması makul ve yerinde bulunmuştur.
AB’nin tam üyelik konusunda, 1959 yılından bu yana “kırk dereden su getirtme” taktiği, bu raporda da devam etmektedir. Durum toplum tarafından da kabullenilmiş, Türk kamuoyunda, AB konusunda olumlu kanaat bildirenlerin sayısında ciddi miktarda düşüş gözlenmektedir. Bir türlü açılmayan ve açıldığında da kapanmak bilmeyen fasılların varlığı, Hele ki tek başına GKRY’nin bile blokajının, fasılların açılmasına engellemeye yeterli olmasının anlaşılır bir yanı yoktur. Güney sınırlarımızda sorun yaşadığımız zaman Almanların patriot bataryalarını çekmesi, Türkiye’nin kendisi açısından tehdit olarak gördüğü FETÖ iltisaklı kişilere kucak açması, özellikle PKK kaynaklı eylemlere göz yumması, mülteciler konusunda bir türlü yerine getirilmeyen vaadler de dahil ilişkilerde son döneme damgasını vuran en önemli gelişmelerdir. Haliyle krize dönüşen bu gelişmeler, AB’ye karşı bir tepki seline dönüşmekte, iç politika açısından da AB’nin tavrı halka sıcak gelmemektedir.
Türkiye’nin alternatifleri var mıdır? Stratejik ortaklıkları ya da işbirlikleri kesinlikle değişmemeli midir? Konu bu noktada değerlendirildiğinde güçlü ile yapılan ittifaklar dikkat çekici olmaktadır. Tarihten gelen sorumlulukları ve aşina olduğu coğrafya, ülke yönetimi açısından karar alıp vermede farklılıklar üretmesine neden olmaktadır. Rahmetli Turgut Özal ömrünün son demine kadar Türki Cumhuriyetler ziyaretlerini aksatmamıştır. O coğrafyanın Türkiye’yi çağırdığından mıdır bilinmez, yönetimler bigane kalsa da ilgi sürekli devam etmektedir. Son olarak Shanghay beşlisi ve Özbekistan’ın dahil olduğu ülkeler topluluğu ile sıcak temas, Türkiye için yeni ve önemli bir kapı olmaya namzet durumdadır.
Ekonomik ilişkiler siyasetle iç içe gelişmektedir. Türkiye’nin önünde en önemli sorunlardan birisi enerji bağımlılığından kaynaklanan cari açık sorunudur. Enflasyonun da, kurun da, faizin de derdinin devası bu enerji bağımlılığını çözmekten geçmektedir. Petrolün yeniden 100 dolar seviyelerine yöneldiği bir durumda, cari açığın ekonomi üzerindeki baskısı, yönetilemez durumlara gidebilir. Bugün dert etmediğimiz sorunun geleceğini de hesap etmek gerekmektedir. Shanghay işbirliği grubu enerji konusunda Türkiye için farklı çözümler üretebilen bir yapıya sahiptir. Türkiye’nin bu kapıya yönelmesinin ardında “yüzyılların kardeşliği” kadar sürüp giden “enerji bağımlılığı” konuları da vardır. Konuyu bu açıdan değerlendirmekte fayda bulunmaktadır.
Bir yanda sınırlarımızdaki güvenlik sorunu, öte yandan faiz ve kurun başı çektiği ekonomik savaş, içeride sürüp giden FETÖ ile mücadele ve AB ile hassasiyetler içeren gerilimli diyalog ortamı yönetimi güç bir ülke haline geldiğimizin göstergesidir. Bu durum Türkiye ve Türk insanından kaynaklanan bir durum olmayıp, içinde bulunduğumuz coğrafyanın konumundan kaynaklanmaktadır. Yoksa ülke açısından faizin oluşturduğu ikilemi görmemek mümkün değil. Elbette iktidar açısından, faizin düşmesi ekonomideki canlanma açısından önemlidir. Tüketimi, dolayısıyla yatırımları artırmak, kolay borçlanma bakımından düşük faiz önem arz etmektedir. Öbür taraftan dövizdeki yukarı yönlü hareketlenme, hem azalan döviz girişi hem de döviz çıkışına işaret etmektedir. Bu durumda faiz artışı kaçınılmaz olmaktadır. Bunu sadece faiz lobisi ile açıklamak da mümkün değildir. Ekonominin kendi kuralları dövizi frenlemek adına “düşük kur için faiz” kuralını işletmektedir. Amerikan seçimleri sonrası ABD’den her kafadan bir ses çıkması ,yönetimin agresif tutumu da Türkiye’nin politikalarında etkili olmuştur. TRUMP’ın silaha başvurma konusundaki aceleci eylem ve söylemi, farklı ABD taraflarından gelen farklı sesler, Türkiye için güvenliği öne çıkartmaktadır. Bu noktada raporda eleştirilen 31 KHK ile OHAL ile ilgili düzenlemeler de ve devamı yönündeki iradeler de kaçınılmaz olmaktadır. Ancak bunların da hukuka engel olmamasına yargı yolunun açılmasına vurgu yapılmıştır.
Doların tek başına piyasalardaki hakimiyeti, rezerv para niteliği de sadece dolar basabilen ülkeye önemli avantajlar sağlamaktadır. Bu da Türkiye gibi dış ticareti başta, cari açık veren ülkeler aleyhine bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Ekonomik dengesizlikler de ülkenin öncelikleri ve odağının buralara yönelmesine sebep olmaktadır. Ulus aşırı operasyonlara katılan ve özellikle bizim yanıbaşımızda ama başka ülkeler için binlerce km öteden müdahalelerin maliyeti, dünya ekonomisinde yeni belirsizliklerin kaynağı olabilmektedir. Bu itibarla Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyanın gelişme ve tehditlere açık yanı AB ile ilgili fasılların açılmasından yürütülmesine çeşitli riskleri içermektedir.
Ülkenin döviz ihtiyacı/ açığı varsa, dövize talep artmış ve bir miktar da ülkeden çıkış gözlemleniyorsa; bu durumda, ne kadar istenmeyen bir durum olsa da faiz silahını kullanmak “şart” olmaktadır. Bu sayede TL faizinin artması, Türkiye’ye döviz girişinin başlaması, döviz çıkışının yavaşlaması anlamına gelecektir. Bütün bu süreçlerde istenmeyen enstrümanların kullanılması, ekonomideki riskleri arttırıcı etki oluşturmaktadır.
Raporda da 2017 büyümesine dikkat çekilmiş aynı zamanda, enflasyon ve işsizlik verilerindeki artışın olumsuz yanına vurgu yapılmış; Ar-Ge harcamalarındaki yükselişler takdire şayan bulunmuştur.
Sadece GKRY blokajı nedeniyle açılmayan altı fasılın bile bir ülke için ne kadar hayati önem taşıyan konular olduğu ortadadır. Fasıllar ilişkilerin geliştirilmesi ve beraber yürüme adına önemli adımlardır. Özellikle iki yıldır yeni fasılların açılmaması açık bir engel niteliğindeyken “Türkiye’nin Avrupa’dan dev adımlarla uzaklaştığına” dair ifadenin abartılı olduğunu söylemek mümkündür.