Ülkeler arası ilişkiler “dostluk” olarak ifade edilse de “çıkar” temelli olduğunu tekraren hatırlamakta -hatta hiç unutmamakta- fayda var. Bir de ülkelerin uluslararası arenada yaşadığı güç, menfeat, itibar kaygılı itiş kakışın da siyasi karar vermedeki etkisini göz ardı etmemek gerek.
Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’in meşhur Kuzey Denizi kıyılarındaki tatilinden vazgeçip, ayağının tozuyla indiği Berlin’de, Türkiye’ye rest çektiği konuşma siyaset, nezaket, dostluk, ilişki ve iletişimin sınırlarını çok zorlayan bir ifade olarak tarihin son sayfalarındaki yerini almıştır… açık bir rest:
“21 Temmuz öğle namazına müteakip hapisteki Alman vatandaşlarını derhal bırakın!”
Üslup demeye bin şahit ister bir talimat… böyle bir söylemin o uluslararası diyalog diyen dudaklardan dökülmesi için -her ne ise o sebep- ya “canının oldukça fazla yanması” ya da “Eylül’de gelecek olan seçmene selam” vaziyeti olduğu açıktır.
Tarihi çevirince Almanya ile ilişkilerimiz;
Almanya’nın I. Dünya savaşı ve II. Dünya Savaşı zamanlarındaki Türkiye tutumu… bizim İttihadçılardan itibaren bir “Alman severliğimiz…” Üstüne 1961’den itibaren Almanya’ya giden ve orada yaşamaya başlayan önce işçi şimdi hayatın her alanındaki insanımız… Her biri Türk milletinin gelişmesi için çalışan, adeta yırtınan(!) vakıflar: Heinrich Böll, Friedrich Ebert, Friedrich Naumann, Konrad Adenauer… Toplantılar, seminerler, çalıştaylar ve raporlar… Almanya’nın Gaziantep’te konuşlanmış olan patriot bataryalarını çekeceğini açıklaması… 2016 Haziran ayında Federal Meclis’in Ermeni soykırım tasarısını kabul etmesi ile aralanan mesafe… veee!… 15 Temmuz travması sonrası gerilen ortamda Türkiye’nin haklı tepkisi ve yine en üst perdeden yapılan “Nazi” ithamları…
Heybe, dolu aslında. “Turpun büyüğü heybedeyse” daha bu ne ki? Ancak ihmal edilmemesi gereken bir husus Türkiye’nin uluslararası arenada söz sahibi olduğunu söylemesidir. Bu söylemlerin bir ucu “Dünya beşten büyüktür”e dayanmakla birlikte; diğer ucu Ortadoğu’nun değişen siyasi-ekonomik ve demografik değişiminin yönetilmesi sorunudur. Bu gelişmeler tek başına bir ülkenin sorunu olmaktan çıkmıştır. Bununla birlikte Türkiye’nin hassasiyetleri ve tezlerinin göz ardı edilmesi de mümkün değildir. Konunun başında ifade edilen çıkarlar ve “ikinci ajanda” konusu şimdi daha net ortaya çıkmaktadır.
“Coğrafya kaderdir” derken ibn Haldun, belki bugünü ifade etmektedir. Bu coğrafyada yaşamanın bedeli bu kaosun bir parçası olarak, bunun yönetilmesinin sağlanmasıdır. Kolay değil. Yıllarca kendileri hakkında kararları, sonuçlardan öğrenen ülkeler; şimdilerde ise söz sahibi olarak masada olma kavgası vermektedir. Dengeler değişmekte. Almanya – ABD gerilimi Angela Merkel’e, “Avrupa kendi başının çaresine bakmalı” sözünü söyletebilmektedir. Soğuk savaş döneminin önemli bir öznesi olan Almanya, ticari ve sanayi olarak güçlü ama “özgül ağırlık” olarak beklediği karşılığı bulamamaktadır. Özellikle BREXIT sonrası Almanya’nın tek başına AB’yi taşımak durumunda kalması sorumluluğunu arttırmıştır. AB’nin kontrolsüz büyümesi, bitmeyen ekonomik kriz ve gelir dağılımının bozulması Almanya açısından risklerin artmasına yol açmıştır.
NATO’nun pozisyonunun yeniden belirlenmesi, yeni tehdit ve ittifaklar Türkiye için de tehdit ve risk algısı konusunda farklılaşmalara yol açmıştır. Özellikle ABD’nin Suriye ve Irak konusunda “müttefik” tercihleri, Türkiye açısından bir hayal kırıklığı olmaya devam etmektedir. Türkiye’nin güçlü ticari ilişkiler geliştirdiği ve Suriye konusunda çözüm üretebildiği bir ülke olarak Rusya’ya karşı tehdit algısı, Türkiye’de azalma eğilimi göstermektedir. Batı bloku, Türkiye için geçmişten günümüze devam eden bir tercihtir. AB 60 yıla yakındır devam eden bir süreçtir. Türkiye baştan beri üretmiş olduğu medeniyetler ittifakı tezi doğrultusunda işbirlikleri için dağıtıcı bir ülke konumunu güçlendirmelidir.
Almanya krizi Türkiye’nin kendini bulması açısından yeni bir fırsattır. Siyasilerin tercihleri ile vatandaşların özellikle tüccarların tercihleri örtüşmeyebilir. Bununla birlikte insanoğlunun rasyonelliği burada da devreye girmektedir. Boykotlar tutmayabilir. Türkiye-Almanya ile dış ticaretinin ortalama 1/10’unu gerçekleştirmektedir. 40 milyar dolara yakın bu rakam çok sayıda kişi/firma, sektör ve ürünü etkileyecektir. Mülteci anlaşması da masada. Bu konuda da Türkiye’yi yalnız komak masaya gelmiş durumda.
Ne yazık ki bugün tedbiri elden bırakan ülkeler de tehditlere açık hale gelebilmektedir. Özellikle Türkiye gibi misyon üstlenmeye müsait ülkeler için riskler daha fazladır. Unutulmaması gereken bir gerçek var ki dünün top ve tüfekle yapılan savaşları bugün istihbarat örgütleri üzerinden gerçekleşmektedir. Kullanılan araçlar duruma göre askerler, siyasiler, dini gruplar, etnik yapılar olarak karşımıza çıkacak; Ancak Türkiye kendi yolunu bulacaktır. Sonunda “Kötü ev sahibi kiracıyı mülk sahibi yapar.”