Türkiye’de 20 firma var ki ihracatı 500 milyon dolar üstündedir. 100-500 milyon dolar ihracat düzeyinde üretim kapasitesine sahip firma sayısı yıldan yıla 120-130 arasında değişmektedir. Kabaca baktığımızda ihracat potansiyelimiz şu 150 firmanın elindedir. Allah esirgesin, pamuklarda yatırılası, tenhalarda saklanası, hep gözetilesi 150 firma. İstihdam, üretim, teknoloji bunlarda. Bu firmalara halel gelmesin diye düzenlemelere gitmek, korumalar yapmak bazen mecburiyet teşkil etmektedir.
Gelelim hep bilinen ama istediğimizi ölçüde geliştiremediğimiz konuya: ileri teknolojiye yönelik üretim kapasitemiz… Bu konu sadece bugünün sorunu olmamakla birlikte on yıllara sari özellikle son elli yılın meselesidir. Tarımsal üretim ve sanayi üretimi ikilemi: Ekonomiyi düal bir yapıda, birini tercihe zorlamak, hapsetmek adeta. Planlamayı da yabancı uzmanlar ve enflasyonist kalkınma bazlı öngörmek… Nihayetinde geldiğimiz nokta budur. Muhasebeye vurunca hesabın gidiş yolu doğru da sorumlular kısmı sıkıntı teşkil etmeye başlıyor. Sorumlularla hesaplaşmak bugünü de kayıp hanesine eklemeye sebep olacağından önümüze bakılmasında fayda var.
İşte 2015 ihracat verilerinde görülen, yüksek teknolojili ürünler kaleminde yaptığımız üretim ortadadır. Toplam ihracatın sadece %3,4’ü yüksek teknolojili ürünler kaleminden yapılan üretimde yer almaktadır. İhracatta, bu grupta bir gelişme sağlamanın yolu daha fazla know-how, daha fazla Ar-Ge, daha fazla yeniliktir. Bu grup, yüksek teknolojili üretim grubu birden bire hareketlenecek bir grup değil ne yazık ki. Tarihi evreler gibi, sanayi üretim dönemlerindeki gelişmeler de birbirini takip eder mahiyette ilerlemek zorundadır. Buharlı makinadan başlamasak da üretimin makine kısmını ihmal etmeden yol almak zorundayız. Bunun en önemli araçlarından birisi otomotivdir. Bu yüzden otomotivde tekerleğin icadından itibaren kullanılan bütün teknolojileri görmek mümkündür. Otomobil tek başına geçen yüzyılın teknolojisi ve üretimi olarak görülmek yerine hareket olarak algılanmalıdır. Bazı dostlarımızın, latife olarak dahi olsa, sağda solda “bırakın bu yerli araba geyiklerini” tarzında açıklamaları ise bizleri tebessüm ettiren ifadeler olarak kalmaya mahkumdur…
Otomotiv üretimine burun kıvıranlar için “internetin bugün geldiği nokta…” söylemi popüler olmaya başladı. Elbette İnternet tek başına bir çıktı değil. Bütün süreçleri etkileyebilen bir araç. Bu yüzden mobil teknolojiler, yüksek teknolojili ürünlerin önünü açtı. Üretim süreçleri değişti. Akıllı araba, akıllı telefon derken akıllı evler, akıllı şehirler konuşulur oldu… haliyle “müşterinin de akıllısı” üretim ve tüketim tercihlerini de değiştirmeye başladı. Çeşitlenerek artan ihtiyaçlar geleneksel üretim modelleriyle de çözülemez oldu. Bugün her alanda karşılaştığımız internet, mobil cihazlar, sensörler ve diğer bilumum akıllı cihazlar acaba birbirine bağlanabilir mi konusu tartışılır oldu ve gerçekleşti. 4. Endüstri Devrimi ya da 4. Sanayi Devrimi kavramları da ilk defa 2011’de Hannover Fuarı’nda telaffuz edildi. Araştırılan ya da anlatılmak istenen konu aslında çok basitti: bunca teknoloji birbiriyle uyumlu olduğu kadar birbiriyle uyumlu çalışabilir mi? Birbirlerine bağlanabilir ve çıktıları etkileyebilir mi?
İnsansız teknoloji kulağa hoş gelse de yan çıktılar ve süreçler de tartışmaya açılmış oldu. Bu kadar sözün özü şu ki süreçler ilerliyor, teknoloji gelişiyor. Iskalamayalım tamam. 4. Endüstri Devrimi’nin ana konseptine göre üretim sürecinde fabrikalardaki makineler, bilgisayarlar, sensörler ve diğer entegre bilgisayar sistemleri birbirleriyle bilgi alışverişinde bulunacak ama o bilgi alışverişindeki makinalar olmadan sadece bilgi ortamı bunu sağlayamayacak. O makinalar illa ki yapılacak, o üretim oluşturulacak, o teknoloji de var olacak… Üretim süreci ve süresindeki kısalma için, maliyetler ve üretim için ihtiyaç duyulan enerji miktarındaki azalma için, kalite için önce üretim bandı gereklidir. Bunu başarmalıyız.
“Önce değişim sonra üretim…” yüksek teknolojili ürünler üreten bir üretim, sonra üretim süreçlerinin iyileştirilmesi. Aksi takdirde düşük üretim ve düşük ihracat potansiyeline sahip firmalarla, bugünkü orta gelir tuzağı kavramını bolca telaffuz etmeye devam ederiz.
2 Yorumlar
Sayın hocam, yazınızda çok güzel noktalara değinmişsiniz ve çıkarımlarda bulunmuşsunuz. Peki hocam Türkiyenin ihracat hacmini arttırmak için yabancı doğrudan yatırımlar bir araç olabilir mi? Vergi rekabeti sayesinde bir cazibe ortamı yaratılabilir mi? Bu yöntemle özellikle reel sektördeki firma sayisi arttırılabilir mi? Birde yerli araba konusunda nasıl bir yol izlenmeli, mevcut yurtiçi uretim yapan otomotiv ureticileri mi bunu yapmali yoksa devlet destekli bir girisim ile yeni ve guclu bir marka mi yaratilmali?
Yürüyen, uçan bir nesnemiz olmalı…
Bunun adının araba – uçak olması önemli değil…