Zenginlik ve refahın operasyonel bir yanı vardır: zenginliği elinde tutan için kaynak bulmak kolaydır, dağıtmak kolay. Hele ki bu fon devletin resmi fonu ise yeniden kaynaklar oluşturulur, birdenbire otonom pek çok yatırımın ve uluslararası işlemin önü açılıverir. Başka bir ülkede bir yatırım fırsatı doğar, düne kadar ilgilenilmeyen bir sektöre yatırım yapılır. Zorda kalan bir firmaya destek verilir, satın almalar ve devirler garipsenmez; şirket kurtarmalar olağan ve sıradan hale gelir.
Buraya kadar tanımladıklarımızla bir “güç” ten söz ediyoruz. Böyle bir gücü kim elinde bulundurmak istemez? Üstelik bu gücün etkisi parasallaştırılabiliyor ve para ile ifade edilebiliyorsa… Bu fonları elinde tutan ve yöneten kişilerin dayandığı güç de bu anlamda parasal bir değer ifade etmektedir. Bu gücün kaynağını da siyasi iktidar oluşturmaktadır. Türkiye de “Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketi” kuruluşuna dair kanun teklifini Plan ve Bütçe Komisyon’undan geçirmiştir. İlk olarak 50 milyon TL ile oluşturulan fonun büyüklüğünün kısa vadede, atıl ve etkin yönetilmediği düşünülen kaynakların da bir araya getirilmesiyle, 200 milyar dolar gibi bir hacime ulaşması beklenmektedir. Sonuçta bugünkü siyasi iktidarın bir önerisi olarak ortaya çıkan bir durumdan söz edilmektedir. Varlık Fonu yönetiminde, başbakan tarafından atanan 5 üyenin olması, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonuna hesap verilmesi fonun siyasi yönünü ortaya koymaktadır. Ekim ayında denetim raporlarının komisyona iletilmesi, bütçe süreçleriyle eş anlı bir çalışmanın yürütüleceğini göstermektedir.
Bu fonlar bütün ülkelerin ilgisini çeken ve kullanışlı kaynaklardır. Aynı zamanda az çok demeden oluşturulmuş bu fonlar ülkeler için bir “ihtiyat” niteliğindedir. Finansbank’ın satıldığı günlerde bir Yunanlı meslektaşın “bizimkiler, sizin bankaları satın alıyorlarmış, Finansbank’ın sektördeki durumu nedir? Büyüklüğü nasıldır?” sorularının arkasında stratejik bir üstünlük arayışı vardır. Benzeri bir yabancı operasyonunda da satın alanın hangi ülke mensubu olduğu, temsil ettiği sermaye grubu, sektördeki durumu ilgi çekmektedir. Hele ki bu herhangi bir sermaye grubunun ötesinde, bir ülkenin “devlet fonu” olursa daha bir dikkat çekici olmaktadır. Şöyle bir örneklendirelim, özellikle son 10 yılında ciddi ve derin bir kriz yaşayan Yunanistan’ın varını yoğunu satmaya başladığını düşünün. Böyle şirketlerini; adalarını satmaya başlaması halinde bunları satın alan firmaların Türk kökenli olmasının Yunan kamuoyundaki etkisi nasıl olur acaba?… Hiçbir ülke, kendi ülkesinde, böyle açık operasyon bölgeleri olsun istemez.
Varlık fonu kuran ülkelerin 20-30 milyon dolarlık büyüklüklerle dahi bu işe giriştiği görülmektedir. Hemen her ülkede bu iş için ayrılan kaynaklar bulunmaktadır. ABD, Rusya ve Çin dışında BAE ve Suudiler gibi petrol zengini ülkelerin körfez fonları, Norveç’in meşhur fonu trilyon dolarlara doğru gitmektedir. ABD ($3 tr ) ve Japonya ($2 tr) gibi ülkelerde bu yüksek meblağlar 3 fonun kurulmasına yol açmıştır.
Özünde bu fonların birinci gücü miktar/büyüklük değil, meşruiyettir. O meşruiyetin de kaynağını açıklık ve hesap verebilirlik oluşturmalıdır. Fon yönetimi başta yönetimdir. Yönetim performans kadar riskleri de içermektedir. Kuruluş aşamasında denetim mekanizmalarının oluşturulması, bağımsız denetimden yararlanılması önemlidir. Yasama denetimi böyle bir uygulamanın en önemli gücü olacaktır. Geçmişte, olumsuz örneklerinden ders alınan bütçe dışı fonların önünü açacak uygulamalar engellendikçe, Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketi ülkenin operasyonel bir gücü olacaktır.