“…Kıtaları ipek bir kumaş gibi keser biçerdik…” derdi rahmetli Cemil Meriç. Bir de kıtaların böylesine birleştirildiğini görse; taş taş üstüne koymadan, bir uçtan bir uca ulaşmadan bu işlerin olmayacağını da söylerdi… O “az gelişmişlik” yaftasının, bunlar olmadan yırtılmayacağını da söylerdi mutlaka. 100 yıl öncesinde de böyleydi, şimdi de…
Birinci Dünya Savaşı sonrasında yaraların sarılması, yeni sınırların oluşması devletlerdeki yapı değişimi, ülke ekonomilerini de etkilemişti. Öncelikle yeni siyasi sınırlar ve sonrasında hızlanan ekonomik iyileşme, savaş yorgunu ülkelerde kısa süreliğine de olsa işlerin yeniden düzeleceği ve herşeyin iyiye gideceği yönündeki beklentiyi arttırdı. Almanya’nın ilk zamanlardaki bu gelişmelere çok fazla itiraz edecek yapısının olmayışı, diğer ülkelerin de ekonomik performansını göstermesi noktasında etkili oldu.
Nitekim 1920’ler, “Kükreyen Yirmiler” olarak anıldı. Filmlere konu oldu, müzikler bestelendi. yeni yerleşim yerleri, hafta sonu tatilleri ile hem mekanlar hem şehirlilik gelişti. Ekonomi hakikaten iyiye gidiyordu. Amerikalılar, Birinci Dünya Savaşının acılarına bulaşmamış, dünyaya düzen vermeye talip olmuşlardı. Baş döndürücü bir teknoloji ve üretim patlaması her yerde ticareti de tetikleyen bir durumdaydı. Otomotivden, enerjiye kadar akla gelebilecek her sektör araştırıyor, geliştiriyor, üretiyor, kazanıyor ve kazandırıyordu. Patent enstitüleri ve merkezler non-stop çalışmaktaydı. Kazançların yeni kazanca evrilmesi kaçınılmazdı. Yeni fabrikalar, yeni makinalar, yeni mekanlar, yeni işçiler… toplum da hareketlenmişti. Ücretler artıyor, tüketim artıyor, bir borsa vardı ki hergün yükseliyordu. İyimser olmamak, geleceğe güvenmemek ne mümkün? Endişelenenler kaybedenlerdi sadece: gecikenler: evham yapan kararsızlar… böyle bir on yıl geçti…
Sonra o meşhur “Büyük Buhran” yıl 1929… ve Roosvelt’in New Deal politikası. 1930’lar, devletin ekonomiye öncü olduğu yıllardı. Ekonomide “Genişletici Maliye Politikaları” ile borçlanma da bir gelir sayılmaya başlandı; açıklar harcamada kolaylık sağladı. Sonrasında Keynes ve “Genel Teori”nin yol gösterici olduğu Telafi Edici Konjonktür Politikaları.
Bu genişleme tecrübesi 2008 krizinde yeniden gündeme geldi. Kriz sonrası ABD dahil bir çok ülke genişleyici maliye programlarını uygulamaya başladı. Halkın azalan harcama eğilimini, şirketlerin sıkı para politikasını dengelemek adına devlet, harcamalarını artırarak toplam talebi yükseltmeye çalıştı. Bu Keynesyen fikre göre, hanehalkı ve şirketler harcamalarını şiddetli ölçüde azalttıkları takdirde toplam satışlar düşmektedir. Stoklar tüketilmeyince üretim durmakta. İşten çıkarmalar işsizliği tetiklemekte… Sonrasında yükselen işsizlik, talebin daha da kısılmasına yol açarak daralma yönlü bir fasit daireye sebep olmaktadır…
Buradan hareketle ilk olarak 2009’da Obama Hükümeti 787 milyar dolarlık bir harcama paketini uygulamaya başladı. Paketin 507 milyar dolarlık kısmı harcamalardan, geri kalan 282 milyarlık kısmı vergi kesintilerinden oluşmuştu. Harcamaların üçte biri altyapı alanına ilişkindi ($220 milyar).
Sonraki örnek Çin’den. Yüzyılların İpek Yolu’nun yeni adımları atılıyor. Çin’de 8.000 km uzunluğunda yeni hızlı tren yolu yatırımları başladı ki bu da başka bir altyapı yatırımıdır. Hem ulaşım, hem bağlantı, hem de pazar… Çin’de büyüme bilindiği gibi yüksek. Ancak bunu sadece altyapı ile açıklamak yanlış olur. Avrupa Birliği ve Japonya da 1929 deneyimini politikalarına yansıttı. Kriz sonrası genişleyici maliye politikaları, ihtiyaç olmaması sebebiyle, altyapı dışı alanlarda idi. Haliyle kriz sonrası büyüme, hala beklenen düzeyde değil.
Türkiye ise dur durak bilmeyen yatırım temposu ile bazen şaşkınlıkla izlenen büyük projelerle, ekonomide “çarpan” etkisini önemsediğini göstermektedir. Şimdilerde büyük altyapı projelerine ek, aynı zamanda sektör bazlı teşvik ve ilave yatırımları hayata geçirmiş durumdadır. Özellikle ulaşım, sosyal altyapı ve enerji/ elektrik üretim sektöründe yoğunlaşan bu yatırım planı, ekonominin can damarlarını açmaya yöneliktir.
Ancak Türkiye’nin hem içinde bulunduğu şartlar ile hem de “2023” vizyonu açısından aşağıda belirtilen hususlar önemini korumaktadır: