Havalimanları giriş ve çıkış olarak bir ülkenin vitrini niteliğindedir. Gelen giden akışının yüksek olması, binlerce yolcusu ve uğurlayan karşılayanı itibariyle havalimanları operasyona da açık görülebilir.
Türkiye’nin başına gelen önemli havalimanı saldırılarından, Paris’teki Orly Havalimanı, THY bürosuna, bundan tam 23 sene önce Ermeni Terör örgütü ASALA’nın saldırısı hatırlardadır. Aslında valiz içine yerleştirilen bombanın, daha büyük bir felaket olması açısından uçakta patlatılması hedeflenirken, bagaj işlemleri esnasında bombanın patlaması 8 kişinin ölümüne, 55 kişinin yaralanmasına sebep olur. Havaalanı güvenlik önlemleri arttırılır. Sonra havaalanlarına yönelik benzeri başka olaylarla terörist ataklar da gelişir, havalimanı güvenlikleri de… Ama her şeye rağmen 2001, 11 Eylül olayları engellenemez: filmler çekilir, belgesellerde işlenir, kitaplar yazılır ama olayın bir yüzü hep karanlıktadır. Son olarak 28 Haziran’da 42 can kaybına yol açan büyük saldırı İstanbul Atatürk Havalimanını hem mal hem de can güvenliği açısından sorgulatmaktadır.
Orly katliamında Fransız polisi 29 yaşındaki Suriyeli Ermeni, Varujan Garbisyan’ı tutuklar. Sanık kendisinin ASALA Fransa temsilcisi olduğunu söyler ve bombayı Orly Havalimanına yerleştirdiğini itiraf eder. İstanbul Atatürk Havalimanına IŞİD saldırısı üç terörist tarafından planlanmıştır. İntihar bombacıları sadece bomba ile havalimanına gelmemiş aynı zamanda kısa uzun namlulu silahlarını da yanlarına alarak en büyük can kaybına sebep olacak bir plana odaklanmıştır.
IŞİD’in bugünlere gelişinde elbette IŞİD’i destekleyen, Irak ve Suriye bölgesindeki yeni istikrarsızlıkları lehine çevirmek isteyen uluslar arası aktörlerin etkisi vardır. Özellikle kendi ülkelerindeki radikal unsurları bu sayede ülke dışına çıkartmak isteyen bir zihniyeti baştan söylemek yerinde olacaktır. Sonrasında, ucuz petrolden ticari ortaklığa, organ mafyasından insan ticaretine pek çok yan faktör etkilidir.
Türkiye’nin hedef seçilmesinde ise başta, IŞİD’e karşı yoğun bir mücadelenin verilmesinden sözetmek mümkündür. Sonrasında, özellikle 2008 krizi sonrası ekonomik gelişmelerle birlikte değerlendirmek gereklidir. Türkiye bu sekiz seneyi yönetilebilir bir kriz dönemi olarak geçirmiştir. Uzmanlar kısa vadeli etkilerin, siyasi belirsizliğin ortadan kalkmasıyla değişebileceğini öngörürken, ekonomideki uzun dönem hedeflerin gerçekleşmesi için güvenlik ve iradeli bir siyasal iktidar görevde kalmıştır.
İngiltere’nin AB üyeliğini sorgulayıp oyladığı seçimde en büyük seçim sloganlarından birisi “76 milyonluk Türkiye ile AB’de aynı çatı altında olmak ister misiniz?” sorusu idi. Kabul edilsin edilmesin Türkiye, 8 milyonluk Avusturya, 11 milyonluk Yunanistan değildir. AB üyeliği sözkonusu olduğunda ekonomisi, nüfusu, kültürü ve “imparatorluk bakiyesi” tutumuyla göz ardı edilemeyecek bir pozisyondadır. Bu yüzden bulunduğu bölgede çapı ve çevresi itibariyle etki alanı ve duygusal coğrafyasını harekete geçirebilecek potansiyeli, Türkiye’yi hedef ülke haline getirmektedir.
Bu hedef olma durumu zaman zaman ekonomik olarak; zaman zaman mülteciler konusunda olduğu gibi insani boyutta cereyan etmektedir. Geçiş ülkesi olması sebebiyle her türlü ürünün ticaretinde “yol üstü dezavantajları” da bulunmaktadır. Silah, uyuşturucu, organ mafyası, insan ticareti konusunda Türkiye’nin aldığı her türlü önlemler Türkiye’ye yönelik tehdidi arttırmaktadır. Özellikle bir seneden beri Güneydoğu’da devam eden sıcak çatışma ortamının geldiği nokta, “Lice’deki kenevir tarlalarının imhası” ile sonuçlanmıştır. Kenevir tarlalarını gözden uzak bölgelerde, güvenli bir şekilde üretip satanların ekonomik çıkarlarının baltalanması ortamı germektedir. Sonuçta yaklaşık bir milyar dolarlık bir ekonomik potansiyelin kullanılmaması, bundan çıkarı olanlar açısından bir menfeat çatışmasına da zemin hazırlayacaktır.
Türkiye’nin kendi sınırlarını zorlayan bir duruşu, ekonomik anlamda gücü ve potansiyeli ile mevcut aktif nüfusu, üzerindeki tehdidi arttıracak boyuttadır. Bölgesinde güç odağı olarak masada olan, yapılacak her tür operasyonda bilgi verilen ve görüşü alınan bir ülke olması, Türkiye’yi önemli kılmaktadır. Ancak bu durum, diğer ülkeler tarafından çok istenen bir durum olarak görülmemektedir. Türkiye’nin hedef alınmasında ve üç yerel teröristin dünyanın en önemli hava limanlarından birisinde böylesi bir eylem gerçekleştirebilmesinde bu gerekçeleri dikkate almak gerekmektedir.