Ekonomiyi az buçuk bilenler hemen hatırlayacak… 1929’ların o “Büyük Bunalım” günlerinde devletler çaresizdi. “Bırakınız yapsınlar” dönemi her şeyi serbest bırakıp devletin geride durması istenince, sonunda varıp bir krize toslamıştı. O günkü devletin de böyle bir mecali yoktu zaten. Topladığı vergi sınırlı, “üç otuz paralık” tahsil ettiği vergisi de harcamalarına ancak yetiyordu. Bu yüzden devletin bir anda sahaya inip ekonomik olarak varlığı gösterebilmesi çok da kolay değildir. Her şeyden evvel böyle bir örgütlenmesi de yoktu…Devletin bankaları, işletmeleri, kurumsal yapısı, ticareti örgütleyen birimleri de yoktu.
Yıllar geçti… Bu gün geldiğimiz noktada devletin bankası var, kurumları var, parası var.. işletmeleri de var. Sadece yeterli parası olmayabilir. Onun da çaresi var. her şey vergi değil. Vergi dışı gelir kaynakları da var. Nihayet yaşadığımız şu günlerde de devletlerin en sık kullandığı gelir aracı da borçlanma olmuş oldu.
Türkiye de bundan nasibini aldı. Nisan ayı borçlanması 66 milyar ₺ ile bütün zamanların bir ayda gerçekleşen en fazla borçlanma miktarı oldu. Aslında yıllık borç planı çıkartıldığında beklenen miktar bunun üçte biri kadardı. “Ne oldu da…” diye sormaya gerek yok. Mart ayından beri kamu finansmanı durmuş, kamu hizmetleri devam ediyor. Üstelik farklı destek paketleri ile Covid19 krizinin olumsuz etkilerinden kurtulunmaya çalışılmaktadır.
Kriz süresince, görünen o ki borçlanma ile finansman planlananın üç katına ulaşacaktır. Borçlanma ve dolayısıyla para basmak bu dönemin sıradan bir durumu haline gelmesi kaçınılmazdır. Yakında finansal anlamda zora düşen şirketlerin devlet tarafından satın alındığı hatta bununla ilgili bir fon oluşturulduğunu duyarsak, hiç şaşırmayalım.
Doğrusu da budur: Finansal zorluğa düşen bir işletmeye, böyle bir zamanda, kredi ve borçlanma yolu gösterilmesi onun yükünü arttırmak anlamına gelmektedir. Doğrusu, onun yükünün hafifletilmesidir. Hatta yükümlülüklerine “ortak” olmaktır.
Devlet burada kaynakları olmadığını söyleyemez. Para basmak devletin en önemli finansman aracıdır. Enflasyonist bir etki de beklemek böyle bir zaman için sadece bilgisizce konuşmak demektir. Bütün zor günlerin temel finansmanı olan senyoraj bugünler için vardır. Krizin etkileri hafiflemeye başlayınca yavaş yavaş bu piyasalara sürülen fonlar geri çekilir. Friedman’ın dahi para basmanın enflasyonist sonuçlarının bir yıl sonra ortaya çıkabileceğini açıklarken, bütün her yerin durma noktasında enflasyon beklentisini ileri sürmek “tecahül-i ariftir.” Bildiği bir şeyi bilmezden gelmektir.
Paranın ve faizin bu zamana ilişkin teorisi, piyasa normallerine uymayacaktır. Faiz de enflasyon da yerlerde sürünecektir. Merkez Bankasının, enflasyon verilerini aşağı yönlü revizesinin anlamı budur.
Borçlanma ya da para basmak devletin yükünü arttıracaktır. Bunun enflasyonist bir sonucu olması yerine, yurt dışında ve piyasalarda ortaya çıkan düşük faiz ve enflasyonun ithal edildiği görülecektir…
Devletin borçlanma limitleri bu krizde güçlüdür ve hala devlet mevcut borcunun üstüne, bir bu kadar daha borçlanma kapasitesine sahiptir. Bu yüzden borcu, mili gelirinin %100’ünü çoktan geçmiş ülkelerle Türkiye’yi bir tutmamak gereklidir. Burada temel aktör borç yönetiminin başarısı olarak görülecektir. Ekonomi yönetiminin %30’lar seviyesindeki borçluluk seviyesi vergileri baskı unsuru haline getirmektedir: Gerek yoktur.
Devir, dışarıdan ve içeriden borçlanma devridir.