2016 G20 Hangzhou zirvesi, dünyanın en büyük 20 ekonomisinin bir araya geldiği bir zirve olmuştur. Bu zirve ülkelerin devlet ve hükumet başkanlarının katıldığı yıllık olağan toplantıların on birincisi olarak gerçekleşti. Bu kadar devlet ve hükumet başkanını bir araya getiren bir zirve hem diyalog, hem de anlaşma zemini oluşturması bakımından çok önemlidir.
2008’den bu yana durgunlaşan bir dünya ekonomisi içinde, yaklaşık 25 yıldır savaş ve çatışmaların hakim olduğu bir ortamdayız. Terör ve çatışmalar sürdükçe işsizlik, faiz ve sömürü tabanlı ekonomik terör ikinci planda kalmaktadır. Artık öyle bir dünya düşünün ki, nüfusunun yüzde biri, küresel servetin yarısını elinde tutmaktadır… 100 milyon işsiz, 10 milyon göçmen, ve milyonlarla ifade edilen terör mağdurları… Hazır İslam dünyası için bir paylaşım örneği sayılan Kurban Bayramı yaklaşırken, paylaşım sorunu dünyada, acaba zirve mi yapmıştı? G20 Zirvesi’nin Türkiye ev sahipliğinde gerçekleşen Antalya’daki 10. buluşmasında, kalkınmanın yaygınlaşması, refahın bölüşümü gündem olmuştu. Israrla vurgulanan adil kalkınma ve zenginliğin paylaşılması Türkiye’nin ısrarla üzerinde durduğu bir konu idi.
Hangzhou zirvesi de temelde büyümeyi hedef almıştı. Güçlü, sürdürülebilir, dengeli ve kapsayıcı büyüme hedefine yönelik yürütülen çalışmaların gözden geçirilmesi bu anlamda önemlidir. Uluslararası ticaretin güçlendirilmesi, küresel barış, istikrar ve ekonomik büyümeyi doğrudan etkileyen terörizm ve mülteci krizi, büyümeyi etkileyen unsurlar olarak görülmüştür.
Türkiye’nin uzun yıllar tam 19 stand-by anlaşması yaptıktan sonra 2013’te IMF’ye olan borcunu tamamen ödemesi ve 5 milyar dolar gibi kaynak sağlayıcı bir ülke durumuna dönüşmesi gurur verici bir durumdur. Türkiye, 1947’de ortak olunan IMF’ye tam 13 yıl sonra kredi için başvurmuştur. 13 yıl kredi ihtiyacı olmamıştır. 1960 ihtilalinin hemen ertesinde Ocak 1961’de ilk olarak kredi kullanma ihtiyacı ortaya çıkmış ve 2013’e kadar farklı zamanlar ve defalarda kredi kullanılmıştır. IMF açısından Türkiye’nin bugünkü konumu bir başarı hikayesi niteliğindedir.
Bugünlerde Arz Yönlü İktisadın öncülerinden Arthur Laffer’in Türkiye ekonomisine ilişkin “Darbe girişiminin atlatılması, hükumete, dolayısıyla yatırım ortamına olan güveni tazeleyecek” ifadesi Türkiye’nin geleceğine yönelik iyimser bir değerlendirme olarak görülmelidir. G20 Hangzhou zirvesi de siyasi liderlerin ülkelerini temsil yarışına girdiği ve ilişkiler kadar iletişimlerin de ön plana çıktığı bir zirve olmuştur. Haliyle Türkiye açısından da darbeyi bertaraf eden bir yönetimle temsil edilmesi başarılı bulunmalıdır.
Ekonomiler için şeffaflık ve konsolidasyon bir bakışta varlıkların hesabı niteliğindedir. “ekonomik istikrar” dan borç ödeme kapasitesi ama öncelik faizlere verilerek ödeme ilgili ülke ekonomisini bir “sağmal” haline getirmenin yoludur. Sonrasında coşturulan talep ve ithalata bağımlılık, yerli sanayinin ve üretimin bitişi anlamına gelmektedir. İthalatla zenginleşen ve ithal ettiğini tüketen ülkelerin sonu IMF kapısıdır.
2001 krizi sonrası Türkiye’nin elde ettiği başarı, önce 2013’te IMF borçlarını ödemekle taçlanmış ancak Gezi olayları, 17-25 Aralık operasyonları, faiz sıçraması ve ülkemize biçilen “kırılgan beşliden biri” söylemi ülkenin önünü kesmektedir. Etrafımız zaten ateş çemberi. Doğudan Batıya kuşatılmak istenen bir ülkeye, bir de 15 Temmuz pususu kurulmuştur.
Sonuçta “toklar ve açlar” aynı yerde olmuyor. İhtişam ve sefalet kardeş değil. “Daha iyi” bir dünya, “daha adil” bir dünya mümkün. Türkiye’nin Antalya’dan Hangzhou’ya taşıdığı “birlikte başarabiliriz” tezi tutmuştur.